Hi, How Can We Help You?

Category Archives: Psikoloji

Haziran 13, 2023
Haziran 13, 2023

Ayrılık Kaygısı çocuğun aile üyelerinden veya diğer bağ kurduğu yakınlarından ayrı olma konusunda endişe duymasıdır. Aslında oldukça yaygın ve normal bir durumdur.  Hatta şöyle bir olumlu yanı da vardır. Çocuk bağımsızlaşmaya başladığında emekleyerek veya yürüyerek ortadan kaybolabilir. Ancak ebeveynini görmezse endişe duyar ve uzaklaşmamaya çalışır, bu da olası güvenlik problemlerini önler.

Çocuklarda 8.ayda başlayıp 3-4 ay sonrasında zirveye çıkabilecek bir durumdur. Fakat çocuğun 4 yaşından sonra bu kaygıyı yaşaması normal olmayan durum olarak kabul edilir. Çocukta kaybolma korkusu, ailesinin başına bir şey gelmesi korkusu vardır.  Bu bazen “ailem olmadan öz bakım becerilerimi nasıl yerine getireceğim?” olarakta karşımıza çıkabilir. Okul öncesi dönemlerde bu aralar duyduğum şey “annem olmazsa nasıl yemek yerim, kendim bölemem, üstüm kirlenirse kim değiştirecek”.

Çocuklarda Ayrılık Kaygısı
Çocuklarda Ayrılık Kaygısı

Peki gelelim ayrılık kaygısı yaşayan çocuğa nasıl yardımcı olacağımız konusuna;

  • Çocuğunuzu bırakacağınız, ayrılacağınız yeni ortamda birlikte, bu bir kreşse kreşte, okulsa okulda veya bir bakıcı ise bakıcıyla ve çocuğunuzla aynı anda vakit geçirin. Çocuğunuz, tanıdık ve güvendiği bir ortamda bulunursa daha az kaygı yaşayacaktır.
  • Çocuğunuzun sevdiği bir nesneyi yeni ortama götürmesine izin verin. Bir oyuncak olabilir, yastık, battaniye gibi. Bu nesneler çocuğunuzun kendini güvende hissetmesini sağlayacaktır. Uyum sağladıkça kademeli olarak ortadan kaldırabilirsiniz.
  • Çocuğunuzla vedalaşarak, nazikçe ayrılın. Olumlu ifadeler kullanarak, gün sonunda tekrar buluşacağınızı dile getirerek ayrılın. Çocukla vedalaşmaktan kaçınmak sorunu daha da kötüleştirebilir.
  • Çocuğunuzdan ayrıldığınızda nereye gittiğinizi, ne zaman döneceğinizi mutlaka söyleyin. Bu bebeklerde bile çok etkili bir yöntemdir. Hoşça kal demeden gizlice çıkmak çocuğun kafasında karışıklığa neden olurken aynı zamanda çocuğu üzer. Bir sonraki ayrılışınız daha zor olur.
  • Ayrılmadan önce çocuğunuzun eğlenceli bir aktivite içinde olmasına özen gösterin ve ayrılırken yüzünüzde üzgün , kaygılı bir ifade yerine mutlu bir ifade olsun. Aksi durumda çocuk bırakıldığı yerin güvenli olmadığını düşünür. Vedalaşmayı kısa tutun.
  • Çocuğunuza ayrılık ile ilgili hikayeler okuyabilirsiniz, kendiniz uydurabilirsiniz. Böylece çocuk yalnız olmadığını hisseder.
  • Son olarak çocuğunuzu bıraktığınız kişinin siz olmadan onun yanında destek olup zor durumlarından yardımcı olacağını mutlaka belirtin. Çocuğun sizden bunu duyması bakıcısına, öğretmenine daha kolay bağlanmasına yardımcı olacaktır.

Bu yaklaşımlara rağmen hâlâ kaygıyla ilgili çözüme ulaşamıyorsanız mutlaka profesyonel bir yardım alın. Okulunuzun öğretmeni, psikolojik danışmanı veya bir çocuk -genç psikiyatristinden destek alabilirsiniz.

Sevgiler…

Haziran 7, 2023

Yetersiz hissetmek, kişinin kendini yeterli, başarılı veya değerli hissetme konusunda eksiklik veya memnuniyetsizlik duyması durumudur. Bu duygu, genellikle kişinin kendi beklentileriyle, toplumsal normlarla veya başkalarıyla karşılaştırmasıyla ortaya çıkar. Yetersizlik hissi, çeşitli faktörlerden kaynaklanabilir ve psikolojik sağlık üzerinde olumsuz etkilere sahip olabilir.

Yetersiz hissetmenin kaynakları arasında geçmiş deneyimler, çocukluk travmaları, olumsuz ilişki dinamikleri, toplumsal baskılar ve kişinin kendi içsel eleştirel düşünceleri yer alabilir. Bu faktörler, kişinin kendini değersiz veya yetersiz hissetmesine neden olabilir. Örneğin, sürekli olarak başarısızlık yaşayan bir kişi, kendini başarısız hissedebilir ve bu duygu onun öz saygısı ve özgüveni üzerinde olumsuz etkilere yol açabilir.
Yetersiz hissetmek, kişinin ruh sağlığı üzerinde çeşitli etkilere sahip olabilir. Bu duygu, stres, kaygı, depresyon, düşük öz saygıyı, özgüven eksikliği, motivasyon kaybı ve ilişki zorlukları gibi sorunlara yol açabilir. Kişi, kendine olan güvenini kaybedebilir, hedeflerine ulaşma konusunda engellerle karşılaşabilir ve yaşam kalitesinde düşüş yaşayabilir.
Şema terapi, kişilik yapısı, ruhsal rahatsızlıklar ve çeşitli psikolojik sorunlarla başa çıkmak için kullanılan terapi yaklaşımıdır. Bu terapi yönteminde, kişinin duygusal ve araştırmacı yapılarını anlamak ve değiştirmek amaçlanır. Şema terapi, yetersizlik duygusu gibi olumsuz inançların olumsuz etkilerini, kullanılması ve dönüştürülmesi için etkili bir yaklaşım sunar.

Yetersizlik şeması, kişinin kendini değersiz, yetersiz veya başarısız olmasına neden olan bir temel inanç sistemidir. Bu şema, çocukluk döneminde yaşanan olumsuz deneyimler, eleştirel bir aile ortamı veya toplumsal etkiler gibi faktörlerden kaynaklanabilir. Yetersizlik şeması olan bir kişi, sürekli olarak kendini beğenmeme, korkma korkusu, eleştirme ve kendini suçlama gibi duygusal zorluklarla karşılaşılabilir.
Yetersizlik şeması, insanın yaşamında pek çok olumsuz kullanılması neden olabilir.
Kişinin öz saygısı ve özgüveni üzerinde olumlu bir etkisi vardır. Yetersizlik şeması olan bir kişi, kendine olan güvenini kaybedebilir, sürekli olarak başarısız olacağına inanır. Bu da kişinin düşüncesinde, iş yaşamında ve genel yaşam kalitesinde zorluklara yol açabilir.

Yetersizlik şeması kişinin motivasyonunu da etkiler. Kendini sürekli olarak yetersiz hisseden biri, yeni deneyimlere, gerçeğe veya gelişime olan inancını kaybedebilir. Bu da kişinin kendini geliştirmesi için sınırlandırılmasından kaçınmasına ve yaşamında ilerleme kaydetme konusunda engelleme yaratmasına yol açabilir.
Şema terapi, yetersizlik şeması olan kişilerin desteği olmak ve bu olumsuz inanç sistemini değiştirmek için etkili bir yol sunar. Terapi süreci, kişinin yetersizlik şemasının kökenini ve etkilerini anlaması hedeflenir. Bu şema üzerinde çalışmak, kişinin olumsuz inançlarını sorgulamasına ve alternatif, olumlu tutum benimsemesine yardımcı olur. Şema terapi süreci, kişinin kendine saygısı, özgüveni ve yaşam kalitesi üzerinde olumlu etkiler görülür. Ayrıca, duygusal zorluklarla başa çıkmanın üstesinden gelinebilir ve insanın öz saygısıve özgüveni güçlendirilebilir.
Sonuç olarak, şema terapi yetersizlik şeması olan kişiler için etkili bir terapi yaklaşımı sunar.

Psikolog Zülal Bucak

Haziran 5, 2023

Vücut dismorfik bozukluğu, bireyin kendi vücudunu beğenmemesi ve idealindeki vücuda ulaşma isteği ile başlayarak gittikçe patolojik bir durum haline gelen ciddi bir psikolojik bozukluktur.

Bigoreksiya, mevcut kaslarının yeterli olmadığı düşüncesi ile ilgili endişelenme ve kas kütlelerini arttırmak için sürekli uğraşma durumu olarak tanımlanmaktadır. Bu sendroma sahip olan bireyler, normalin üzerinde kas kütlesine sahip oldukları koşullarda bile hala kendilerini yetersiz ve çelimsiz görebilmektedirler.

Bigoreksiya’nın Tanımlanması

Pope ve arkadaşları, yaptıkları çalışmalar doğrultusunda bireylerdeki semptomları değerlendirebilmek için bigoreksiyanın tanı kriterlerini belirlemişlerdir;

  • Birey vücudunun yeterince kaslı ve güçlü olmadığına yönelik endişe içerisindedir. Uzun saatlerini spor salonunda harcama ve diyetine aşırı derecede dikkat etme gibi karakteristik davranışlar gösterir.
  • Aşağıdaki dört kriterden en az ikisini gösterir;

1. Birey spor programı ve diyetine devam etmeye yönelik takıntılarından dolayı sıklıkla sosyal, mesleki veya rekreasyonel aktivitelerini bırakır.

2. Birey vücudunun başkaları tarafından görüle bileceği yerlerden uzak durur veya böyle durumlarda endişelenir veya yoğun anksiyete gösterir.

3. Yeterince kas kütlesi veya vücut büyüklüğüne sahip olmadığına yönelik düşünce bireyin zihnini sürekli olarak meşgul eder, bireyin sosyal, mesleki veya hayatındaki diğer önemli alanlarda bozukluklara veya strese sebep olur.

4. Birey üzerinde oluşturacağı fiziksel veya psikolojik yan etkilerini bildiği halde antrenman, diyet veya ergojenik (performans arttırıcı vb.) yardım kullanmaya devam eder.

  • Bireyin davranışları ve endişelerindeki odak nota; anoreksiya nervozadaki şişmanlama korkusu ya da çok zayıf olma veya yeterince kas kütlesine sahip olamama gibi düşüncelerdir.

Bigoreksiyaya geçmiş zamanlarda bir mental hastalık olarak sınıflandırma yapılamaması nedeniyle tedavi yaklaşımının belirlenmesinde sorunlar yaşanmıştır. Amerikan Psikiyatri Birliği (APA) araştırmacıları arasında bigoreksiyanın vücut dismorfik bozukluğu, yeme bozukluğu veya obsesif kompulsif bozukluk sınıflamalarından hangisine dahil edeceği konusunda fikir birliğine ulaşılamadığı için Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı’nda (DSM) uzun süre bigoreksiyaya yer verilememiştir. Vücut dismorfik bozukluğunun sistematik olarak tanımlanması ilk kez, “dismorfofobi” adıyla vücudunda herhangi bir şekil bozukluğuna sahip olmaktan aşırı derecede korkma olarak DSM-3-R’de ve Hastalıkların ve Sağlıkla İlgili Sorunların Uluslararası İstatistiksel Sınıflaması-10’da tanımlanmıştır. Sonraki yıllarda “dismorfofobi” terimi “dismorfi” olarak değiştirilmiş. Sonraki yıllarda bigoreksiya terimi karşımıza çıkmaktadır. DSM-5’te “Obsesif-Kompulsif ve Bunlara İlişkin Bozukluklar” ana başlığı altında “bigoreksiya” terimi, “vücut dismorfik bozukluğu” kapsamında yerini almıştır. Vücut dismorfik bozukluklarının yaygın olarak erkek halterciler ve erkek vücut geliştiricilerde görüldüğü rapor edilmiştir.

Bigoreksiya Belirtileri

  • Çoğunlukla geç adolesan dönemi ile erken yetişkinlik dönemleri arasında oluşmakta ve kadınlara göre erkekleri daha ciddi derecede etkilemektedir.
  • Bigoreksiya görülen bireylerin takıntıları sebebiyle sık aralıklarla yüksek yoğunlukta egzersiz yapmaları ve yaptıkları egzersize uyacak şekilde beslenmeleri, çoğu yaşamsal faaliyetlerinden vazgeçmelerine veya ağır kısıtlamalar yapmalarına neden olmaktadır.
  • Bigoreksiya görülen bireyler kendilerini zorunlu hissettikleri için egzersiz programlarını sıklaştırmaktadırlar.
  • Bigoreksiyalı bireyler vücutlarının çelimsiz olduklarını düşündükleri için, başkalarının kendi bedenlerini görmelerini istememekte, genellikle daha hacimli görünmek için kat kat giyinmektedirler.
  • Bigoreksiya semptomlarının bireylerin profesyonel yaşamlarındaki başarılarını da etkilediği görülmüş, egzersiz programları nedeniyle işlerini aksattıkları saptanmıştır.
  • Bigoreksiyanın en önemli tanımlayıcı semptomlarından biri olan kas memnuniyetsizliği bireylerin yasal olmayan ilaçlar (androjenik steroidler) veya ergojenik besin desteklerini kullanmalarına yol açmakta, bu da ciddi sağlık problemlerine neden olmaktadır. Bireyler bu ilaç ve besin desteklerini daha kaslı olabilmek uğruna bir çare olarak değerlendirmekte ve bu yöntemlerin zararlarını önemsememektedirler.
  • Bigoreksiyanın mı steroid kullanımına neden olduğu yoksa androjenik steroid kullanımının mı bigoreksiya oluşmasını tetiklediği net olarak bilinmemektedir. Rohman ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada, bigoreksiya görülen bireylerin %73’ünün bigoreksiya gelişimi öncesi steroid kullandıkları, kas kütleleri istedikleri düzeye ulaştığında steroid kullanımını kestikleri, ancak ondan sonra vücutları ile aşırı derecede takıntılı hale geldikleri saptanmıştır.
  • Bigoreksiyada en sık görülen davranışlardan biri sürekli olarak vücudunu kontrol etmedir. Aynaya veya ayna benzeri yansıtıcı bir maddeden (CD, mağaza vitrinleri vb.) sık sık bakarak kaslarının gelişim durumu ve mevcut kas kütlelerini kontrol etme, ayna karşısında özellikle kol ve bacak kaslarını kasarak nasıl göründüklerini irdeleme, kas kütlelerinin artışına yönelik gelişmeleri takip etme, bigoreksiya görülen bireylerin çoğunun tekrarladığı hareketlerdir.
  • Alfano ve arkadaşları, vücudunu kontrol etme davranışının toplumdaki tüm bireylerde görülebileceğini söylemiştir. Bireyin vücudunu kontrol etme sıklığının aşırı derecede artmasıyla bu davranışın psikopatolojik bir sorun haline geleceğini vurgulamışlardır.
  • Contesini ve arkadaşları, bigoreksiya semptomları görülen bireylerin beslenme durumlarını değerlendirmiş, bigoreksiyalı bireylerin beslenmede başlıca amaçlarının vücut kas kütlelerini arttırmak ve vücut yağ yüzdelerini azaltmak olduğu, bu nedenle de yüksek proteinli düşük yağlı beslenme programı uyguladıkları rapor edilmiştir.
  • Murray ve arkadaşları, bigoreksiyaya sahip bireylerin yeme psikopatolojilerinin katı kurallardan oluştuğunu; vücutta kilogram başına alınması gereken protein miktarı ile hesaplanan diyeti düzenli olarak tükettiklerini, her birkaç saatte bir acıkmış olunmasa da beslendiklerini ve günlük beslenme programlarına uyamadıklarında anksiyete, suçluluk veya stresli olma gibi tavır ve davranışları gösterdiklerini saptamışlardır. Bigoreksiya görülen bireylerin daha fazla kas kütlesine sahip olma ile ilgili takıntılarının psikopatolojik düzeyde ciddi yeme bozukluklarına yol açtığı bulunmuştur.
  • Çok kuvvetli olma isteği.
  • Düşük özsaygı.
  • Bireyin kendi vücudundan memnun olmaması/ hoşnutsuzluk.
  • Vücut yapısı, fiziksel uygunluk.
  • Sınırlı beslenme (diyet).
  • Psikofarmakolojiklerin kullanımı.
  • Besin takviyesi (protein, vitamin vs.).
  • Yabancılaşma.
  • Narsizm, Narsist bireyler mükemmel olmayı arzu etmektedirler ve kendilerini çok beğenmektedirler. Bunun yanında vücut geliştiriciler de narsistik eğilimler göstermekte ve vücutlarını geliştirmeyi saplantı haline getirmektedirler.
  • Medya
  • Akran baskısı
  • Akranlar arasında popüler olma isteği (kendini başkalarına beğendirme isteği)
  • Alay konusu olma
  • Bireyi başkaları ile karşılaştırma
  • Olumsuz duygulanım

Geliştirilen odaklanma teorilerinde, medyanın her iki cinsiyet için de vücut algı bozukluğu oluşumuna neden olabilecek bir risk faktörü olduğu üzerinde durulmaktadır. Son yıllarda medya ve kültürün, kadınların vücut görünümleri üzerine odaklandığı, bunun da kadınlarda vücutları ile ilgili takıntılarının gelişimine sebep olduğu saptanmıştır. Erkeklerin de özellikle erkek fitness dergilerinde ve medyada mevcut olan erkek fiziksel görünümü ile ilgili fikirlere odaklandıklarını ve bunları özümsediklerini, bunun ise paralelinde vücut memnuniyetsizliği, kendi bedenleri ile ilgili takıntılar, bigoreksiya ve yeme tutum değişikliklerine yol açtığı bulunmuştur.

Mükemmeliyetçilik ile ilişkili psikolojik problemler, muhtemelen bireylerin kendilerini aşırı derecede yüksek standartlar ile karşılaştırmaları ve kendilerini daha eleştirel değerlendirme eğilimleriyle yakından ilişkilidir.

Bigoreksiya ile çocukluk çağı ihmal ve istismarları arasında da ilişki olduğu kabul edilmektedir. Weingarden ve arkadaşlarının gönüllü erkek yetişkin bireyler üzerinde yaptığı çalışmada, bireylerde vücut dismorfik bozukluğu gelişmesinin en büyük nedenlerinin başında çocukluk çağı istismarlarının geldiği saptanmıştır. İstismara en çok ilkokul ve ortaokul çağlarında maruz kalındığı bulunmuştur.

Bireyin yaptığı sporun tipi, vücut yapısının spora uyumu için belirli bir fiziğe veya vücut ağırlığına sahip olmasını gerektirebilmekte, bu durum bireylerde baskı oluşturarak bigoreksiya gelişimini tetikleyebilmektedir. Yeme davranışı bozukluğunun, estetik görünümün önemli olduğu spor dallarında daha yaygın olarak görüldüğü bildirilmiştir. Bigoreksiyanın da belirli vücut hacmi veya kas kütlesi gerektiren güreş, vücut geliştirme gibi sporlarla ilgilenenlerde bigoreksiya gelişme riskinin daha yüksek olduğu saptanmıştır.

Bigoreksiya Bazı sonuçları:

  • Kardiyovasküler hastalık.
  • Karaciğer veya böbrek sorunları.
  • Prostat kanseri.
  • Erektil disfonksiyon.
  • Burkulma ve kas yırtıkları.
  • Yeme bozuklukları.
  • Değişen regl döngüsü.
  • Akne

Önleme ve tedavi için, psikolojik destek ve diyetisyen desteği önemlidir.

Sağlığımızı tehlikeye atmadığımız her spor sağlıklıdır. 🙂

                                                                               

Yazar

Feyza DİLMEÇ

Psikolojik Danışman

Haziran 3, 2023
Haziran 3, 2023

Türkçe tıbbi karşılığı duygusal sağırlık olarak ifade edilen aleksitimi, bireylerin hem kendi hem de diğerlerinin duygularını anlama yetisinden yoksun olması anlamına gelmektedir. Aleksitimi kişilerarası ilişkilerde, duygusal farkındalık ve bağlılık konularında zorluklara sebep olmaktadır. Bu bireyler empati yapamamaları, karşısındaki kişilerin duygularını hissedememeleri gibi birçok sebeplerden dolayı iletişimde yetersiz kalabilmektedir. Daha çok somut ve mekanik çözüm odaklı düşündükleri için kendi içsel dünyalarına dönmekte zorlanmaktadırlar. Yaşadıkları bu sorun nedeniyle baş ağrısı, mide rahatsızlıkları, çeşitli vücut ağrıları gibi fiziksel rahatsızlıklarla da sıkça karşılaşabilmektedirler.

Aleksitimi neden olur?

Aleksitiminin birçok nedeni olabilir. Çocukluk döneminde çocuğa yetersiz ilgi ve sevgi kaynaklı bağlanma sorunları, aile içerisinde yetersiz sosyalleşme, yetersiz eğitim sonucunda kelime dağarcığının gelişememesi, genetik faktörler, beyindeki duyguları şekillendiren bölümün (limbik sistem, temporal lob) yeterince çalışmaması ve bireyin çevresindeki kişilerin duygularını ifade edememesinden dolayı kişinin sosyal olarak bu kişileri gözlemleyerek bu durumu öğrenmesi gibi durumlar aleksitimiye yol açabilir.

Belirtileri nelerdir?

Bireyler kendi duygularını anlamakta, anlamlandırmakta güçlük çekerler ve duygularını sözel olarak ifade edemezler. Başkalarının duygularını anlamakta ve anlamlandırmakta da güçlük yaşarlar. Duygularını sözel olarak değil ancak fiziksel bileşenlerini (belirtilerini) kullanarak anlatırlar. (Psikosomatik belirtiler) Sınırlı hayal gücüne sahiptirler.

Tedavi süreci nasıldır?

Tanı koyabilmek amacıyla bireylere Toronto Aleksitimi Ölçeği uygulanıp, tanının konulmasının ardından, bu konuda duygusal ve bilişsel terapiler ile olumlu sonuçlar almak mümkündür. Psikoterapi sayesinde bireylerin duygularıyla yüzleştirilmesi ve duygularını fark etmesi sağlanabilir. Böylece bireyler yaşadıkları olaylar karşısında ne hissettiğini anlayabilecek duruma gelir.

Yazar

Harika YANIK

Uzman Klinik Psikolog

Haziran 3, 2023
Haziran 3, 2023

Stres Nedir?

Stres, günlük hayatımızda çok tanıdık olduğumuz bir kavramdır. Genel olarak stres nedir diye sorulduğunda; bireylerin fiziksel, zihinsel ve duygusal sınırlarının zorlanması olarak tanımlayabiliriz. Stres, çeşitli zorlayıcı faktörlere verilen doğal fizyolojik ve psikolojik tepkilerdir. Bireylerde biyolojik ve psikolojik dengenin bozulduğunun ve dengeye dönülmesi gerektiğinin göstergesidir. Günlük hayatın içinde bu kadar zorlanma ve engel olunca kaçmak mümkün değil. Bu yüzden stresi yönetebilmek ve bununla baş edebilmek önemli bir etkendir. Kabul edilebilir stres faydalıdır, başarıyı tetikleyebilir ve kişinin üretkenliğini artırabilir. Bununla birlikte, strese uzun süre maruz kalma ve uygun şekilde başa çıkamama durumunda, hayatımızı olumsuz etkileyebilir, verimsiz hale getirebilir ve sağlığımızı olumsuz etkileyebilir. Beyond Psikoloji olarak Stresi değişim ve gelişim için kullanmayı öğrenebilirsek, onu daha iyi yönetebiliriz.

Stresin Kaynakları Nelerdir?

Hava kirliliği, çevre gürültüsü, yoğun trafik, iklim değişiklikleri, kalabalık ortamlar önemli çevresel stres kaynaklarıdır. Çiftlerde boşanma, işsizlik, zor çalışma koşulları, ekonomik belirsizlikler, iyi beslenememe, iş değiştirme, zaman baskısı altında çalışma, evden ayrılma, organ kaybı, evlilik, çocuk sahibi olma gibi olumlu yaşam olayları gibi olumsuz yaşam olaylarının yanı sıra, terfi etmek de strese neden olabilir. Açıktır ki, uyum sağlamamızı gerektiren herhangi bir değişiklik strese neden olabilir. Kişilik yapısı da kendi başına stresli olabilir. Rekabetçi, başarı odaklı, aceleci, saldırgan, hoşgörüsüz, mükemmeliyetçi, kendine ve başkalarına karşı acımasız, kendini ifade etmekte güçlük çeken, inkar, baskı gibi savunma mekanizmalarını sıklıkla kullanan kişiler de strese daha fazla maruz kalabilmektedir. Stres altında beyin, algılanan tehlike karşısında “savaş ya da kaç” a tepki verir. “Savaş ya da kaç” yanıtı sırasında vücudumuzda bazı değişiklikler meydana gelebilir.

Stresin Yönetimi

Stresimizi yönetmeyi öğrenmeliyiz. Yönetebilmenin çeşitli yönleri vardır. Yönetilemeyen stres için mutlaka Beyond Psikolog deneyimli bir psikoloğa görünmelisiniz. Günlük yaşam ve iş stresi ile baş etmeye çalışırken, dikkat edersek fayda sağlayacağımız konuları şöyle sıralamakta fayda olabilir:

Dürtüsel kararlar vermekten kaçınmak
Yaşamsal akışımızdaki hızı değiştirmek
Problemlerimizi tespit edebilmek ve bunları çözebilme becerilerimizi geliştirmek
Yakın çevremizden yada aynı problem yaşamış ve aşmış olan kişilerden destek istemek.
Olaylara karşı bakış açımızı revize etmek, kendimizi ve diğerlerini suçlamak, savunmaya itmek yerine anlamaya odaklanmak, olaylara “tehdit” olarak değil, “yetenekleri sınama” olarak bakabilmek,
‘’ya hep ya hiç, siyah yada beyaz’’ bakış açısını değiştirebilmek
Problemlere gereğinden fazla odaklanmak bizi çözüme götürmek yerine bizi daha da içine çekebileceği için iyi gelebilecek aktivitelere odaklanarak zihnimizi rahatlatmak yararlı olabilir
Uykuyu düzenlemek. Yatmadan yarım saat önce rahatlayın ve bu hissi yatağınızda tutmaya çalışın. Uyuyamadığınızda, 20 dakika sürekli arkanızı dönerek yatakta vakit geçirmeyin. Ayağa kalkana kadar uyumadıysan, uykulu hissedene kadar rahatlatıcı bir şeyler okuyabilir yada dinleyebilirsin. Uyku beklemekle gelmez, kendinizi uyumaya zorlamayın
Zamanı iyi kullanmak. Günün ilk saatlerinde zor ve tatsız işleri önce halletmek. Aklınızda taşımak yerine işi halletmek ve ondan kurtulmak. Neler yapılacağını yazmak , gerekirse işi paylaşmak.
Değer verdiklerimize vakit ayırabilmek
Kaygılı olduğumuzda nefes alış verişlerimiz hızlanır ve düzensiz hale gelir. Bu sebeple nefes egzersizi şeklinde derin nefes almak rahatlatıcı etki yaratabilir.
Gevşeme egzersizi çalışmaları, metafor yada imgeleme çalışmaları da stres yönetiminde kullanılan etkin yöntemlerden olmakla birlikte

Stres yönetimiyle ilgili sorunlarınız olduğunu düşünüyorsanız ve bununla baş etmede yukarıda önerilen yöntemleri denemenize rağmen çözüm oluşturamıyorsanız uzman bir kişiden destek almayı deneyebilirsiniz.

Psk. Dan. Caner Tanrıverdi

Mayıs 17, 2023
Mayıs 17, 2023

Winnicott, mükemmel annelik ya da ebeveynlik diye bir şeyin olmadığını “yeterince iyi anne” kavramıyla açıklamaktadır. Zaman zaman çevremizde mükemmel bir anne olmak için kendinden ödün veren anneleri görürüz. Hata yapmamak için çabalarlar ancak bu tavırları kendilerini, dolayısıyla bebeği de strese maruz bırakmaktadır. Bebekler annelerinin duygularını kopyalarlar. Anneleri ne yaşıyorsa aynı duyguyu hissederler. Hatta bazı örneklerde Anneler stresli olduklarında bebeklerinin kucaklarında sakinleşmediklerini, huzursuz olduklarını dile getirmektedir. Çünkü annenin duygusu kopyalandığı için huzursuz hissetmektedirler. Peki bu durumda ne yapılmalı? Her anne mükemmel olmak ister. Ama takdir edersiniz ki sadece annelik konusunda değil, başka konularda da sürekli mükemmeli beklemek gerçekçi değildir. Kişinin elinden gelenin en iyisini, yeterince iyi olanı tercih ettiğinde; hata yapabileceğini kabul ettiğinde daha huzurlu bir annelik deneyimi yaşayacağı dolayısıyla bebeklerinin de huzurlu olacağı öngörülebilmektedir.

Yeterince iyi anne kavramı biraz daha açılacak olursa; yeterince iyi anne bakım verme sürecini kucaklayıcı bir çevre kapsamında bebeğine sunar. Birçok kişiden, “çok kucağına alma alışır”, “bak sonra kucak olmadan uyumaz” gibi cümlelere aşina olmuşsunuzdur. Bunların hepsi yanlıştır.  Kucaklayıcı çevre; annenin bebeğini güvenli bir biçimde ve fiziksel açıdan yakın olacak şekilde kollarında tutmasıdır. Bu temas bebeğin güvenli bağlanma geliştirmesi için de oldukça önemlidir.

Kucaklayıcı çevre aynı zamanda anne ile bebek arasındaki duygusal bağı da yansıtmaktadır. Bebeğin kucaklanarak duygularının ve mimiklerinin yansıtılması, bebeğin kendi duygularını fark etmesini sağlar. Aynı zamanda kendi varlığını ve onu aynalayan bir bireyin varlığını keşfeder. Böylece bebeğin zamanla güven duygusu gelişir. Winnicott’a göre “yeterince iyi annenin” bebeğe sunduğu kucaklayıcı çevre aracılığıyla bebeğin kişiliği giderek bütünleşir.

Yani kısaca yapılması gereken; mükemmel olma çabası içine girmeden, elinizden geleni ve yeterince iyi olanı yaparak bebeğinize sevgi ve şefkatinizi vermek. Böylece bebek de anne de huzurlu olacak ve sürecin keyfini çıkaracaktır.

 

Psikolojik Danışman Buket Hakverdi

Mayıs 16, 2023

Bebek anne rahminden çıktığı andan itibaren dünyaya gözlerini anneyle birlikte açar. Bebeğin temel bakım vereni annedir. Dolayısıyla annesiyle kuracağı ilişki büyük önem taşımaktadır. Bebeklikte anneyle kurulan ilişkinin izlerinin yansımalarını büyük ölçüde yetişkinlikte de gözlemleyeceğiz.

Gelin birlikte inceleyelim bağlanma nedir ile başlayalım.

Bağlanma bebeğin birincil bakım vereniyle yani annesiyle arzu ettiği yakınlığı kurabilmesi ve devam ettirmesi için yaptığı her türlü davranış bağlanma davranışıdır. Anne bebekten gelen her türlü davranışlara duyarlı olması ve bebeğin yeme, içme, duygusal, sevilme, kabul görme, şefkat vb. ihtiyaçlarına cevap verdiğinde anne bebek için sadece bakım veren olmanın yanı sıra onun yaşamda kalması için her türlü ihtiyacını gideren güvenli bir liman olarak görmeye başlar.

Yukarıda bahsettiklerimin yanı sıra annenin sabit ve tutarlı olması; yani bebeğin duygularını düzenleyebilmesi, bebeği sakinleştirmesi, genel olarak annenin tutarlı olması yani duygusal iniş çıkışlarının çok fazla olmaması ve annenin de öncelikle kendi duygularınızda sakin bir şekilde düzenleyebilmesi önemlidir. Bebeğin ağlamasının karşısında annenin sinirlenmesi veya kaygılanması: örneğin bu durum aslında annenin duygularıyla ilgili, anne kendi duygularını düzenleyemiyor olabilir. Dolayısıyla bu öfkeyi bebeğine yansıttığında gerçeklik bu olmasa da bebek/çocuk anne tarafından sevilmiyorum, ihtiyaçlarının görülmüyor, suçluyum, değersizim gibi duyguları hissedebilir.

Bebeklerde ya da yaşamın ilk beş yaşındaki çocuklarda; aslında özetle annenin ulaşılabilirliği çok önemlidir, anne bebek her ihtiyaç duyduğunda fiziksel duygusal açıdan ulaşılabilir olmalıdır. Yani duygusal açıdan derken bebeğin sevgi, şefkat ve yakınlık gibi ihtiyaçlarının karşılanması. Bebek ağlıyorsa fiziksel veya duygusal bir ihtiyacı olabilir. Örneğin anne mutfakta bir işle meşgul bebek ağladığında aslında bir ihtiyacı var ve bunu ağlayarak anneye belli ediyor. Anne işlerinin yarım kalmasında endişelendiği için bebeğe ya da çocuğa onu suçlayarak öfkeleniyor. Aslında burada konu sanki bebekle ilgili değil daha çok annenin duygularıyla ilgili. Bu yazımı okuyan bireyler, kendinize şunu sorar mısınız?

Sizin annenizle olan ilişkinizde bir ihtiyacınız olduğunda bu görülür müydü, duygusal ya da fiziksel.

Yoksa annelerinizin ya da babalarınızın işlerini aksattığınız için size kızılır mıydı ya da onlardan herhangi bir olumsuz duygu hisseder miydiniz?

Hatalarınız, kusurlarınızla kabul edilip şefkatli bir biçimde bunu düzeltme fırsatınız olur muydu? (Sonuçta insanlık hali)

Yoksa eleştirilir miydiniz devamlı?

Gibi birçok soru…

Aslında güvenli bir bağlanma kuramadığımızda bunun yetişkinlikteki ilişkilerimize, buradaki duygu, davranış ve düşüncelerimize nasıl yansıyacağını tahmin etmiş olabilirsiniz..

Bir sonraki yazımızda görüşmek üzere.

 

Psikolojik Danışman Leyla Köse

Mayıs 16, 2023
  • Az rastlanan bir sendrom olan Cotard sendromunda hasta nihilistik sanrılara sahiptir dolayısıyla kendi varlığını ve dış dünyanın varlığını reddedebilir.
  • Cotard sendromunda hasta düşünme ve hissetme yetilerini kaybettiğine inanabilir.
  • Cotard sendromunda hasta kendi varlığını ve evreni yadsıyabilir.
  • Cotard sendromu hafiften ağıra bir spektrum gösterir.
  • Cotard sendromu depresyonla, şizofreniyle veya psikoorganik sendromlarla bir arada görülebilir.
  • Cotard sendromu aniden başlar, hastanın geçmiş psikiyatrik tanısı olmayabilir.
  • Cotard sendromunda hasta öncelikli olarak kaygılanır ancak bu kaygı zaman içinde nihilistik ümitsizliğe dönüşür.
  • Cotard sendromunda hasta kendinden nefret edebilir, depresif tablo görülebilir.
  • Frengi hastalığının üçüncü evresi olan Paralizi Jeneral hastalığında ve Senil Demans gibi organik durumlarda Cotard sendromu görülebilir.

Cotard Sendromu Tarihçesi

  • Charles Bonnet 1788 yılında ölü olduğuna inanan bir kadın hasta bildirmişti. Hasta kendisinin bir tabuta yerleştirilmesini istedi sonrasında uzunca bir süre tabuttan çıkmadı. 1880 yılında ise Cotard beyni, sinirleri ve iç organları olmadığını iddia eden bir kadın hasta bildirmişti. Bir başka vaka öyküsünde ise şiddetli depresif belirtileri olan kadın hasta ölü olduğunu iddia etmiş, hastanedeki 25. Gününde ceset gibi koktuğunu iddia ederek gömülmeyi istemiştir.

Cotard Sendromu Belirtileri

  • Cotard sendromunda hasta bedeninin parçalarını yadsıyabilir. “Eskiden bir kalbim vardı, şimdi ise yok”, “Midem yok, açlık hissetmiyorum dolayısıyla yediğim yemekler bir deliğe düşüyor” ifadeleri Cotard sendromu hastalarına aittir.
  • Cotard sendromu olan bir hasta var olmadığını vurgulamak için kendine “Madam Sıfır” lakabını takmıştır.
  • Cotard sendromunda hasta var olmama arzusundadır ancak paradoksal biçimde ölüm de olanaksız görünür. Bu nedenle ölümsüzlük fikri meydana gelir. Bu da ümitsizliğin en koyusunu oluşturur. Hasta ölmeyi ister ama hiçlik durumunun içinde sonsuza kadar yaşamaya mahkûm olduğuna inanır.
  • Ölümsüzlük inancına megalomanik inançlar da eşlik edebilir. Bazı hastalar bedenlerinde aşırı bir büyüme olduğuna, evrenle bütünleşecek kadar büyüyebileceklerine inanırlar.
  • Cotard sendromu olan hastalarda çoğunlukla işitsel halüsinasyonlar görülür. Bu varsanıların içeriği çoğunlukla suçluluk, ümitsizlik ve ölümdür. Hasta çürüdüğüne inanabilir. Bu hastaların kendine zarar verme ve intihar etme riskleri yüksektir.
  • Cotard sendromu olan hastalar ölü olduklarına dolayısıyla ölemeyeceklerine inandıkları halde intihar girişiminde bulunabilirler. Ölümsüz olduğuna inananlar için hayat oldukça zordur çünkü çektikleri ıstırabın asla sonlanmayacağına inanırlar.

Cotard Sendromunun Prevelansı

  • Cotard sendromunun sıklığına ve yaygınlığına dair fikir birliği yoktur çünkü sendrom hakkında herhangi bir formel çalışma yapılmamıştır ancak Cotard sendromuna ait vaka analizlerini derleyen bir çalışma sendroma sahip 100 hastanın kayıtlara geçtiğini bildirmiştir.
  • Cotard sendromu daha çok orta yaşlı kadınlarda görülse de erkeklerde görülen örnekleri de mevcuttur.

Psikoloji Perspektifinden Cotard Sendromu

  • Psikodinamik açıdan Cotard sendromu hastanın bilinçdışındaki ölüm arzusundan kaynaklanır. Hasta kendini cezalandırmak için ya da benliğini yadsımak için bu sendromu geliştirmiş olabilir.
  • Dirençli ve derin bir suçluluk duygusunun varlığı zamanı ve mekanı reddedip insanlarla var olan tüm bağı koparmaya ve kişinin kendini cezalandırmasına yani yok olduğunu iddia etmesine yol açıyor olabilir.
  • Hasta ölümsüz bir ölü olduğuna inandığında sonsuza dek ölülük halininin devam edeceğine inanır. Bu ebedi ölüm hali ebedi ümitsizlik anlamına gelir. Bu durum hastanın kendini ebediyen cezalandırması olarak düşünülebilir.

 Cotard Sendromunun Tedavisi

  • Cotard sendromunun özgül tedavisi, altta yatan durumun tedavisinden oluşur.
  • Affektif psikozu olan hastalarda daha sık Cotard sendromu gözlendiğinden antidepresanlar kullanılabilir.
  • EKT’nin işe yaradığı vaka örnekleri vardır dolayısıyla EKT bazı hastalarda öncelikli tedavi olarak kullanılabilir.
  • Bazı örneklerde iyileşme tıpkı başlangıç gibi hızlı ve ani olabilir.
  • Akut organik problemlere paralel gelişen sanrılar iyileşmeye açıktır.
  • Cotard sendromu kronik şizofreninin parçası olarak yıllarca devam edebilir.

Psk. Bilge Uğurlu

Mayıs 12, 2023
Mayıs 12, 2023

Depresyon Nedir?

Üzüntü ve sıkıntı verici olaylarda keyifsiz veya mutsuz hissetmek normaldir ancak depresyon sadece bir keyifsizlik veya anlık bir mutsuzluk hissinden çok daha fazlasıdır. Depresyon, sürekli bir üzüntü ve genel ilgi kaybına neden olan, nasıl hissettiğinizi, nasıl düşündüğünüzü ve nasıl davrandığınızı olumsuz etkileyen, tedavi gerektiren yaygın bir duygu durum bozukluğudur. Depresyona girmiş bireylerin hissettikleri, düşünceleri ve davranışları olumsuz etkilendiği için çeşitli duygusal veya fiziksel sorunlar ortaya çıkabilir. Normal günlük aktivitelerin ve rutinlerin sürdürülmesinde sorun yaşanabilir.

Depresyonun Nedenleri ve Risk Faktörleri Nelerdir?

Depresyonun tek bir nedeni yoktur. Genel kabul gören görüş beyinde kimyasal iletimde rol alan maddelerle ilgili bir dengesizliğin olmasıdır. Bu dengesizlik psikolojik, sosyal, çevresel ve biyolojik nedenlerden etkilenebilir.  Özellikle beyinde duygusal durumunuz, yargılarınız, hedefleriniz ve çözümleriniz konusunda önemli işlevleri olan frontal lobun aşağıda sayılan risk faktörleri sonucunda zarar görmesi depresyona girmenize sebep olabilir. Erken ebeveyn kaybı, kaygı bozuklukları, düşük sosyoekonomik düzey, iş kaybı, alkol veya madde kullanımı, boşanma, kötü ve travmatik çocukluk geçirme, kişilik yapısı, daha önceden depresyon geçirmiş olma, ebeveynde depresyon varlığı, stres etkenleri, uyku bozuklukları, bazı ilaçlar, hormonal değişiklikler ve bazı hastalıklar depresyon için başlıca risk faktörleridir.

Depresyon Belirtileri Nelerdir?

  • Sürekli üzgün hissetmek
  • Umutsuzluk, kararsızlık, çaresizlik duygularının yoğun yaşanması
  • Genel olarak her şeye karşı ilgi ve zevk azlığı
  • Aşırı yeme veya iştahsızlık
  • Kaygı ve huzursuzluk düzeyinin artmış olması
  • Uykuya dalmada zorluk, sık uyanma veya aşırı uyuma
  • Sürekli yorgun hissetme, dalgınlık
  • Konuşmada ve hareketlerde yavaşlık
  • Basit, günlük rutinleri gerçekleştirmede zorlanma
  • Değersiz ve suçlu hissetmek
  • Konsantrasyon kaybı, karar verme zorluğu
  • Benlik saygısında düşme
  • İntihar eğilimi

Yukarıda sayılan belirtilerin hepsinin herkeste görülmesi beklenmez. Önemli olan bu belirtilerin kişinin sosyal mesleki ve insani ilişkilerinin ne kadar etkilendiğidir. Depresyon tanısı konabilmesi için yukardaki belirtilerden bir kümenin işlevselliği bozacak kadar ağır olması, başka nedenlere bağlanamaması ve belirtilerin en az iki hafta devam ediyor olması gerekir.

Bir sonraki yazımızda depresyonun türleri ve tedavi yöntemleriyle ilgili aklınıza takılan sorulara cevap bulabileceksiniz.

Psikolog Gözde Nur ŞAHİN

Mayıs 12, 2023
Mayıs 12, 2023

Kaygı Bozukluğu Nedir?

Kaygı bozukluğu, toplumda bilinen diğer ismiyle anksiyete bozukluğu yoğun, sürekli devam eden bir endişe hali, devamlı felaket bekleme ve günlük hayatta rastlanılan durumlara karşı korku hissetmek olarak tanımlanabilir. Kaygı, beynimizin bizi günlük sorunlarla baş edebilmemiz için hazırlama, potansiyel tehlikeler konusunda bizi uyarma, stresle baş edebilme ve hızlı karar vermemize ortam sağlama şeklidir. Günlük hayatımızda zaman zaman kaygılanmamız normaldir fakat kaygı bozukluğuna sahip kişilerin endişeleri genellikle gerçekçi değildir veya endişe düzeyi endişe edilen durumla orantısızdır.

Kaygı Bozukluğunun Nedenleri ve Risk Faktörleri Nelerdir?

Yapılan araştırmalar sonucu kaygı bozukluğunun biyolojik ve çevresel etkenlerin etkileşimiyle ve kişinin iç stresiyle baş edememesi sonucu ortaya çıktığı görülmüştür. Ebeveynlerden birinin kaygı bozukluğuna sahip olması, çevresel travmalar (fiziksel, cinsel istismar), sevilen birinin ölümü, madde bağımlılığı, belirli kişilik tiplerine sahip olmak, olumsuz kişilik algısı, özgüvensizlik, saldırıya uğramış olmak, depresyonda olmak, kullanılan bazı ilaçların yan etkileri, kalp, akciğer, tiroid, şeker gibi sağlık sorunlarına sahip olmak kaygı bozukluğu yaşanmasına neden olan başlıca risk faktörleridir.

Kaygı Bozukluğunun Belirtileri Nelerdir?

Aşağıda maddelenen belirtiler başlıca kaygı bozukluğu belirtileridir. Tanı konulabilmesi için semptomların çoğunun 6 aydır devam ediyor olması gerekir.

  • Sürekli gerginlik, panik, huzursuzluk ve köşeye sıkışmışlık hissi
  • Titreme, terleme
  • Kolayca yorulmak
  • Kalp atışlarının hızlanması
  • Hızlı nefes alıp verme, nefes darlığı yaşamak
  • Kaygı hissetmemize neden olan durumdan veya olaydan başka bir şeye odaklanamama
  • Baş dönmesi
  • Mide – bağırsak sıkıntıları
  • Uyku problemleri
  • Kaygı hissi veren durumdan veya olaydan kaçma isteği

Bir sonraki yazımızda kaygı bozukluğunun türleri ve tedavi yöntemleriyle ilgili aklınıza takılan sorulara cevap bulabilirsiniz.

Psikolog Gözde Nur ŞAHİN

 

İn yazılım web site tasarımı seo paketleri
Karşıyaka Psikolog manisa psikolog Salihli Psikolog Bodrum Wolf Yetkili Servisi