Her birimizin sahip olduğu birtakım değer yargıları; kendisi, diğerleri ve dünya ile ilgili olumlu ya da olumsuz kuralları, varsayımları, inançları vardır. Bunların büyük kısmı erken çocukluk yıllarında ebeveynlerin/bakım verenlerin tutumlarıyla, diğerleri de zaman içerisinde deneyimler sonucu kazanılır. Köpekten korkan bir ebeveynin çocuğunu köpeğe yaklaştırmaması ile çocuğun her zaman köpeklerden uzak durması ya da bir çocuğun kalorifere dokunduğunda elinin yanması ve bu hareketi tekrarlamaması öğrenme ile oluşan davranışlardır. Benzer şekilde “Dünya güvenilir/tehlikeli bir yerdir, İnsanlar çıkarcıdır/dürüsttür, Kimseye hayır demezsem herkes beni sever/ Yetersizim/ Başarılıyım” gibi varsayımlar da yaşantılardan çıkarılan sonuçlarla farkında olmaksızın oluşturulur. Gün içerisinde de bu inançlarla bağlantılı olarak aklımıza binlerce olumlu veya olumsuz düşünce gelir. Bunlar; duygularımızla birlikte karar alma süreçlerimiz, attığımız adımlar, olayları algılama şeklimiz ve verdiğimiz tepkiler; kısacası tüm davranışlarımız üzerinde belirleyici rol oynar.
Bu düşünce ve inançlar, bizi temkinli olmaya iterek bazı negatif durumlardan koruyabilir. Ancak kimi zaman da hayatımızı zorlaştıra bilen, işlevsel olmayan, bize fayda sağlamayan bilişler olarak tanımlanırlar. Fakat çoğunlukla bu fonksiyonel olmayan düşünce ve inançların farkında olmayız ve yine farkına varmadan doğruluklarını kabul ederiz. Uzmanlar tarafından farklı teknikler ve ölçekler yardımıyla saptanabilen bu bilişlerin varlığı sebebiyle kişisel yaşamımız, sosyal hayatımız, kişiler arası ilişkilerimiz, etkileşimlerimiz zedelenmeye başladığında; sorunlar çözümsüz kalıp içinden çıkamadığımız bir hal aldığında çeşitli semptomlar ortaya çıkabilmektedir. Örneğin bir kişinin okulda ya da herhangi bir işte üst üste yaşadığı başarısızlıklar, çocukluktan beri süregelen olumsuz inançlarını pekiştirerek zaman içerisinde onu öğrenilmiş çaresizliğe itebilmekte, bir şeyler için çabalamayı bırakmasına neden olabilmektedir. Bu da kişide depresif eğilimler gelişmesine yol açabilmektedir. Topluluk içerisinde insanların kendisiyle alay edeceğini düşünen birisi, kalabalık ortamlarda bulunmaktan kaçınabilir. Bu kaçınma en nihayetinde sosyal fobiye dönüşebilir. Ailesinin /arkadaşlarının kendisini anlamadığını ya da sevmediğini düşünen, onların her hareketini kendisine yönelik olumsuzluk olarak yorumlayan biri; zamanla onlardan tamamen uzaklaşabilir ve kendisini dış dünyadan soyutlayabilir. Yani aslında Epicetus’un söylediği gibi “Bizi olaylar değil, olaylara ilişkin düşüncelerimiz etkiler.” Başımıza gelenleri değerlendirme biçimimiz, davranışlarımızı belirlemektedir. Bu etkinin düzeyinin artması, psikopatolojilere sebep olabilir. Meydana gelebilecek daha büyük problemlerin önüne geçmek için düşüncelerin zararsız olduğunun farkında olarak zihnimizden akıp gitmesine izin vermek ve onları bastırmaya çalışmamak önemlidir. Öyle ki, takıntıları olan kişilerde gözlemlenen kompulsiyonlar, diğer durumlarda görülen kaçınma davranışları çoğunlukla bu bastırma ve kontrol çabasının ürünüdür.
Psikolog