Hi, How Can We Help You?

Author Archives: Caner Tanrıverdi

Kasım 28, 2023

Ergenlik Dönemi Depresyonu

Ergenlik dönemi, ergenlerde depresyon çocukluktan yetişkinliğe geçilen bir basamak gibidir. Ergen ne çocuktur ne de yetişkin. Bu nedenle kimlik çatışmalarının yaşandığı, sancılı bir ara dönemdir. Hem fiziksel, hem duygusal, hem de sosyal geçişler deneyimlenir.

Depresyon ergenler de , çocuklardan farklı olarak;

  • Ergenlerde depresyonda suçluluk duygusu görülür
  • Ümitsizlik ve mutsuzluk
  • Hayattan zevk almama
  • Zihinsel ve bedensel durgunluk
  • Yoğun uyku hissi
  • İç sıkıntısı ve huzursuzluk
  • Dikkat toplamada güçlük çekme
  • İnsanlara sığınma veya onlardan kaçış
  • Okul başarısında düşme
  • İştahsızlık
  • Ümitsizlik
  • İntihar düşünceleri
  • Zararlı alışkanlıklara yönelim (sigara, alkol, madde)
  • Kavgacı tavırlar, saldırganlık
  • Sosyal ilişkilerde azalma ve sorunlar görülebilir,

 

 

Ergenlerde Anksiyete Bozuklukları

Ergenlerde kaygı, batan sinir uçları, gergin veya rahatsız edici hisler, hatta mide de kelebeklerin uçuşması olarak tanımlanmıştır. Tehlikeli veya stresli durumlarla karşılaştığında herkes endişeli hisseder. Kaygı zor durumlara karşı normal bir tepkidir. Fakat ergenlerde bu görüş daha farklı ele alınmalıdır. Özellikle ergenlerde kaygıya sebep olan en büyük faktörler, büyük bir sınava hazırlanmak, evde bulunan ebeveynlerden birinin sağlık problemi veya yaşanan şiddet olayına tanık olma gibi benzeri genel stres kaynaklarının üstesinden gelememektir.

 

  • Açıklanamayan patlamalar, konsantrasyon bozukluğu, sürekli olarak sinirli ve gergin hissetme
  • Ders dışı etkinliklerden kaçınma, akran grubundan kendini izole etme ve yalnız başına zaman geçirme
  • Migren, sindirim problemleri, aşırı yorgunluk
  • Yeme alışkanlıklarındaki değişiklikler
  • Uyku problemleri
  • Okuldan kaçınma, notlarında düşüş, cevapsız bırakılan ödevler, ödevleri erteleme gibi değişiklikler gözlemleyebilirsiniz

 

Gençlerde Yaygın Olarak Görülen Anksiyete Türleri

Genelleştirilmiş anksiyete bozukluğu: Konsantre olmada güçlük, kolayca yorulma, sinirli ya da huzursuz hissetme, uyku sorunları yaşama ve daha fazlasıyla kendini gösterir. Genelleştirilmiş anksiyete bozukluğu, bir gencin günlük yaşamını etkileyen tutarlı, uzun süreli kaygı duygularını içerir.

Sosyal anksiyete bozukluğu: Kolayca utanmak, kızarmak, başkalarıyla konuşmakta, göz teması kurmakta ya da iletişim kurmakta zorlanmak ile kendini gösterir.

Panik bozukluğu: Belirtiler, tekrarlayan, beklenmedik aşırı korku duyguları, hızlı kalp atışı, baş dönmesi, titreme, nefes darlığını içerebilir. Bunlar, ortamlarındaki belirli bir tetikleyiciden ya da beklenmedik şekilde ortaya çıkabilir.

Spesifik fobiler: Gerçekten tehlikeli olmayan belirli şeyler ya da durumlar hakkında yoğun korkuları içerir; köpekler, yükseklikler, uçmak gibi… Gençlerin ölüm, derin su ve diğer birçok şeye karşı fobileri olabilir.

Obsesif-kompulsif bozukluk (OKB):  Kaygının bir kısmını hafifletmek için kontrol edilemeyen obsesif düşüncelere ya da zorlayıcı davranışları tamamlama dürtüsüne sahip olmak.

 

 

Ergenlerde Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu

İlk belirtilerini çocukluk döneminde gösteren, kişinin davranışlarını, duygularını ve dikkatini düzenlemeyle ilgili sorunlar ve zorlukların olmasıdır. İlk belirtiler çocuklukta ortaya çıkar. Genelde fark edilmeyen sorunlar ise ilkokul döneminde ortaya çıkar. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu, sadece çocukluğa özgü bir bozukluk gibi düşünülse de ergenlikte sorunların çözüldüğüne inanılmıştır. Ama araştırmalar daha sonra bunun böyle olmadığını, problemin çocuklukta ve daha ilerleyen dönemde büyük oranda devam ettiğini, ancak şekil değiştirdiğini ortaya koymuştur.

 

Ergenlerde dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun belirtileri şöyledir;

Daha yoğun kimlik bocalamaları; ani tepki göstermeleri, düşünmeden karar alıp uygulamaya çalışma, kolay öfkelenmeleri, uzun süre dikkatlerini toplayamamaları, anne baba ve öğretmenlerin tepkilerinde artış, benlik saygısında düşüş, geleceğe yönelik umutlarda zedelenme. Bu dönemde depresyon ve kaygı bozuklukları ortaya çıkabilir ve bu durum dikkat ve davranış sorunlarını artırabilir.

 

 

Ergenlerde Obsesif Kompulsif Bozukluklar

OKB, genellikle ergenlik çağında veya genç yetişkinlik döneminde başlamakla birlikte her 200 çocuk ve ergenden birinde görülmektedir. Fark edilmesi zor olduğu için veya çocuklar bu sorunu daha çok ebeveynlerin dikkatini çekmeyecek şekilde içsel takıntılar şeklinde yaşıyor olduklarından, çocuklarda ve ergenlerde OKB’nin aslında daha yüksek oranlarda olduğunu söyleyebiliriz.

 

Obsesif kompulsif bozukluğun 4 çeşit semptom örüntüsü vardır:
  1. En sık görülenibulaşma obsesyonudur. Bunu yıkama, yıkanma, temizleme ya da bulaşık olduğu düşünülen nesneden kompulsif kaçınmaizler.).
  2. En sık gözlenen ikincisi kuşku obsesyonudur. Bunu kontrol etme kompulsiyonuizler.
  3. En sık görülen üçüncü örüntü; birkompulsiyon olmaksızın, zihne yerleşen obsesyonel düşüncelerin taşınmasıdır. Bu obsesyonlar genellikle cinsel ya da saldırgan bir eylemle ilişkili yineleyici düşüncelerdir ve hasta bu düşüncelerinden ötürü kendi kendini kınamaktadır.
  4. En sık görülen dördüncü örüntü, simetri obsesyonudur. Bunu yavaşlama kompulsiyonu izler. Bu hastaların bir yemek yemeleri, traş olmaları saatler alır

 

Daha büyük yaştaki çocuklar veya ergenler mikrop, AIDS ve yemeklerden hastalık kapacaklarına inanabilirler. Bu tip çocuklar bu kaygılarıyla baş etmek için kendilerince rahatlatıcı ritüeller ve ayinler (sürekli tekrar edilen davranışlar, sürekli el yıkama, sayı sayma, dua okuma gibi) düzenleyebilirler. Bu tekrar eden davranışlar sonucunda başlarına gelecek kötü şeyleri kovduklarına inanırlar.

Çocuk ve ergenler genellikle sahip oldukları takıntılardan ötürü utanç duygusu içindedirler. Birçoğu insanların onlar hakkında deli diye düşünecekleri korkusuyla düşüncelerini ve davranışlarını göstermekten kaçınmaya çalışırlar.

 

 

Ergenlik Döneminde Sınav Kaygısı

Sınav kaygısı; öncesinde öğrenilen bilginin sınav sırasında etkili bir biçimde kullanılmasına engel olan ve başarının düşmesine yol açan yoğun kaygı olarak tanımlanır.

Gerçekçi olmayan düşünce biçimlerine sahip olmak kaygının oluşmasında en önemli süreçlerdir. Bunaltıya eğilimli kişilik yapısı (mükemmeliyetçi, rekabetçi) olanlarda daha sık görülür. Sosyal çevrenin beklentileri ve  aile baskısı da önemli bir etkendir.

 

Sınav kaygısının belirtileri;


Huzursuzluk, endişe, tedirginlik, sıkıntı, başarısızlık korkusu, çalışmaya isteksizlik, mide bulantısı, taşikardi, titreme, ağız kuruluğu, iç sıkıntısı, terleme, uyku düzeninde bozukluklar, karın ağrıları vs. bedensel yakınmalar, dikkat ve konsantrasyonda bozulma, kendine güvende azalma, yetersiz ve değersiz görme sık görülen belirtilerdir.

 

Düşünce ve inançları sorgulamak, Nefes alma egzersizleri, Gevşeme egzersizleri, Kaygıyı bastırmaya değil, onu kabul etmeye ve tanımaya çalışmak, Düşünceleri durdurma tekniği, Dikkatini başka noktalara odaklama tekniği kullanılabilecek başa çıkma yollarıdır.

 

Ayrıca ergenlerde oluşan “Hayatta başarılı ve mutlu olabilmek için sınavı kazanmaktan başka yol yoktur, Mutlaka kazanmalıyım, yetersizim, hiçbir şey yapamayacağım” gibi düşüncelerinin değişmesi amaçlanan başlıca inançlardır.

 

 

Ergenlerde Davranım Problemleri

Zaman içinde giderek ilerleyen, genellikle saldırganlık ve başkalarının haklarının ihlal edilmesi ile karakterize davranış kalıpları davranım bozukluğu olarak isimlendirilir. Yıkıcı davranışlar sergileyen çocuk ve ergenlerin ileride erişkin antisosyal kişilik bozukluğu geliştirmeleri yüksek olasılıktır.

Genetik özellikler, mizaç, öğrenme ve psikolojik durum yıkıcı davranışların kalıcı olmasında rol oynarlar. Aşırı derecede sert ve cezalandırıcı ebeveyn yanında büyümek, çocukluk çağında fiziksel veya cinsel istismara uğramak, ailenin çocuğu ihmali ya da duygusal istismarı ergenlerde davranım bozukluğunu tetiklemektedir. Son yıllarda televizyon, video ve bilgisayar oyunlardaki şiddetin de önemli bir etken olabileceğine işaret edilmektedir. Zayıf anne baba denetimi de davranım bozukluğunda bir risk faktörüdür.

 

Davranım bozukluğunda dört kategori vardır.

1)Fiziksel saldırganlık veya insanlara zarar verme tehdidinde bulunma.

2)Kendisinin ya da başkasının malına zarar verme.

3)Hırsızlık ya da dolandırıcılık.

4)Yaşına göre uyması gereken kuralları çiğneme.

 

Aşağıdaki davranışlardan en az 3’ ü çocuğunuzda bulunuyorsa davranım bozukluğu düşünülür. Bu durumda mutlaka bir uzmandan yardım almalısınız.

  • Sıklıkla zorbalık edip, başkalarını korkutuyorsa.
  • Akranlarıyla sık kavga ediyorsa.
  • Sopa, taş, çakı, cam parçası gibi başkalarına zarar verebilecek araç ve gereçleri kavga sırasında kullanıyorsa.
  • İnsanlara ve hayvanlara acımasız davranıyor, onların canını yakmaktan zevk alıyorsa.
  • Kuralları sık sık bozarak kendine ve çevreye zarar verecek ihlallerde bulunuyorsa.
  • Sık sık okuldan kaçıyorsa.
  • Kendine çıkar amacı güden yalan alışkanlığı varsa.
  • Yaş dönemine uygun olmayan cinsel aktivitelere girip, özellikle başka birini cinsel etkinlikte bulunmaya zorlamışsa.
  • Başkalarının malına ve mülküne isteyerek zarar veriyorsa.
  • Başkaları görmeden değerli eşyaları çalıyorsa.
  • Kapkaç, tehdit gibi eylemlerle zorla hırsızlıkta bulunuyorsa.
  • Ailesi izin vermemesine rağmen 13 yaşından önce geceyi dışarıda geçiriyorsa.
  • En az iki gece evden kaçmış ya da bir kez uzun süre geri dönmemişse.

 

 

Ergenlerde Madde Kullanımı ve Bağımlılığı

Ergenler, kimlik kazanma, yenilik arama, farklı yaşantıları deneme konusundaki merakları, beklide kendileri keşfetme ve yaşam arzuları nedeniyle, madde kullanmaya başlama açısından önemli bir risk grubunu oluşturur. Çeşitli maddelere başlama yaşının genellikle gençlik yılları içinde yer alması, bu sorunun aynı zamanda bir gençlik çağı sorunu olarak ele alınmasını gerektirmektedir. Birçok ülkede gençler arasında sigara, alkol ve diğer maddelerin kullanımı, kazalar, intihar, şiddet, istenmeyen gebelikler, cinsel yolla bulaşan hastalık riskini artırmaktadır.  Bu nedenle özellikle ergenlerde madde kullanımı ve bağımlılığı üzerinde durulmalıdır.

 

Ergenin madde kullanımına başlamasında arkadaş grubunun etkisi büyüktür. Arkadaşlarının madde kullanması, arkadaş grubu içinde statü kazanma, arkadaş grubunun madde kullanımı ile ilgili tutum ve algıları bu konuda belirleyici rol oynamaktadır.

Ebeveynlerin ergen üzerindeki rol modeli de madde kullanımında önemli diğer bir faktördür. Tutarlı sınırların olmadığı, aile üyelerinin sağlıklı bir iletişimde bulunmadığı, aile içi şiddet ve istismarın bulunduğu, ebeveynlerin de alkol ve madde kullandığı bir ailede yetişen ergenin madde kullanım riski çok yüksektir.

Çocukluk döneminde şiddet içerikli davranışlar sergileyen, öfkeli, sinirli, aşırı utangaç, isyankâr kişilik özellikleri gösteren, okulda başarısız olan, derslerinde zorlanan, öğretmenleri ve okulla diyalogu zayıf olan çocukların da madde kullanımına açık oldukları yapılan araştırmalarda gösterilmiştir.

 

Ergenlikte madde kullanım spektrumu 4 evreden oluşan bir süreklilik gösterir. 

İlk evre : ergenin kimyasal bir madde kullandığı zaman duygu durumda değişiklikler olduğunu keşfetmesidir. Bu evre maddeleri deneme ve araştırma evresidir. Bu deneme birçok ergen için ikinci evreye yol açar.

İkinci evre: ergenin özellikle sosyal ortamlarda, madde kullanımı ile duygu durumundaki değişiklikleri sağlamaya devam etme evresidir. Ergenin bu davranışı kendi gibi duygu durumunda dalgalanmalar oluşmasını isteyen akranları ile birlikte ortaya çıkar. Bu evre sosyal içicilik olarak tanımlanabilir.

  1. evre ergende madde kötüye kullanımı geliştiği anlamına gelmektedir. Bundan sonra bağımlılık gelişme olasılığı artmaktadır. Bu evredeki herhangi bir madde kullanımı kendi kendine tedavi olarak kabul edilebilir. Anksiyete ve gerilimden kurtulmak veya yalnızca eğlenmek amacı ile madde kullanılır.

4.evre gencin yaşamını devam ettirebilmesi için bir kimyasal maddeye bağımlı olduğu evredir. Ergen bu evrede maddelerle oluşan duygu durum dalgalanmaları şeklindeki yaşantının tekrarlanması için duyduğu kuvvetli bir istekle madde kullanır.

 

 

Ergenlikte Aile İçi İletişim

Ergenlik dönemi pek çok değişimin aynı anda yaşandığı gelişim ve büyüme sürecidir. Çocuk açısından hem baş edilmesi gereken gelişim görevlerini ve deneyimle zenginleştiği bir süreci ifade eder. Ergenlik döneminde yaşanan değişimler sadece çocuk açısından değil anne baba açısından da uyum gerektirir.

 

Ebeveynin ergenin hangi ihtiyaç basamağında olduğunu fark ederek onun ihtiyacını karşılamaya yönelik tutum ve davranışları ile çocuğa güven verdiği, dinleme-anlama-anlatabilme döngüsü üzerinden karşılıklı olarak birbirleriyle diyalog kurabildiği ve birbirlerine beden dillerini doğru kullanabildikleri bir etkileşim sürecidir.

 

Ergenlik döneminde ailelerin birçoğu “Çocuğumuz bizimle hiçbir şeyi paylaşmıyor, gizliyor.”; çocukların çoğu da “Aileme anlattığım zaman beni dinlemiyorlar, ne söylesem hemen tepki veriyor, beni anlamıyorlar ben de hiçbir şeyi anlatmıyorum.” cümlelerini kurmaya başlayabiliyor. Bir ergenle iletişim kurarken, onun gerçekliklerini dikkate almak son derece önemlidir. Çocuğun davranışları sorun olarak kodlandığında, daha kaygılı ve telaşlı tepkiler verme eğilimimiz artar; oysa ihtiyacın ne olduğunu fark edip davranışı doğru okuyabilirsek daha sakin ve kontrollü tepkiler verebiliriz. Kontrolünü ve kararlılığını kolay kaybeden insanların en doğal ilişkilerinde bile krizler çıkma olasılığı daha yüksektir.

 

 

Ergenlerde Travma ve Yas

Ergenler, hayatlarında olumsuz değişikliklere neden olan olaylardan değişik derecelerde etkilenmektedirler. Aynı olaydan bazılarının daha çok, bazılarının daha az etkilenmesi birçok nedene bağlıdır. Bu nedenler arasında yaş, olaya uzaklık, kişilik yapısı, destek sistemleri gibi etmenlerin yanında, gencin olaya yönelik algı ve yorumları da çok önemlidir.

 

Ergenlikte  travmaya bağlı çok çeşitli davranışlar gözlenebilir.

Bunlar arasında; uyku bozuklukları, kabuslar, uykuda ya da günlük hayatında geriye dönüşler (altına kaçırma gibi), kıpır kıpır, huzursuz olma, uykulu, donuk olma, yalnız kalma isteği, her fırsatta ağlama, tanıdığı nesnelere aşırı bağlanma, değişiklikle baş etmede zorlanma, anne-babayla olan ilişkilerde farklılık, kardeşlerle olan ilişkilerin daha olumsuz olması, kavgaların artması, travmatik olayla ilgili takıntılı düşünceler geliştirme, olayın tekrarlanacağı endişesi, başkalarının gereksinimlerini aşırı derecede önemseme, okul başarısında düşüş, dikkatte azalma, doyumsuz olma, küçük olaylara aşırı tepkiler verme vb.

 

Ergenlikte Yas Tepkileri

Çocukken yası tutulmamış her kayıp ergenlikle birlikte yoğun öfke ve suçluluk duygularına neden olurken bir yandan da fizyolojik ve biyolojik değişimlerin etkisiyle ergen kendisini çok savunmasız ve çaresiz hissedebilir. Ergenler, sevdikleri bir yakınlarını ya da tanıdıklarını kaybettiklerinde çoğu zaman dışarıdan etkilenmiyor gibi görünse de içlerinde büyük bir karmaşa yaşar.

 

 

 

Ergenlikte genellikle gözlenen yas aşamaları şunlardır:

Reddetmek: Ergen, kaybettiği yakınını bir daha göremeyeceğini aklına getirmek istemez; kabullenemez. Kaybettiği kişiyle alakalı hayaller kurabilir, tekrar geri geleceğini umut edebilir.

Öfke: Kişi, yaşadığı olayın geriye dönüşü olmadığını ve hayatının farklı bir şekilde yapılanmaya başladığını fark ettikten sonra hem duruma hem de kaybettiği kişiye karşı öfke duymaya başlar.

Hüzün: Kişi, kaybı için büyük bir üzüntü duymaya başlar. Bu üzüntü hem kaybettiği kişi için hem de kendinde yaşadığı eksiklik içindir.

Alışma ve ileriye yönelme: Genç-çocuk, kaybını artık içine sindirmiş ve hayatını o kişi olmadan yapılandırmaya başlamıştır. Düşünceleri daha çok geleceğe yöneliktir.

 

 

Ergenlerde İntihar

İntihar, insanın öz benliğine yönelmiş bir saldırganlık ve yok etme eylemi olup, bireyin yaşamına istemli olarak son vermesidir. İntihar girişimi olan ergenlerin %90’ı bir psikiyatrik tanı almaktadır. Bu tanılar sıklıkla duygu durum ve/veya alkol veya madde kullanımıdır.

 

Yapılan çalışmalar, intihar olgularının çoğunda depresyon, alkol bağımlılığı ve şizofreni gibi bir psikiyatrik bozukluğun olduğunu göstermektedir. İntihar girişiminde bulunan olguların çoğunda birinci derece akrabalarında afektif bozukluk, alkol bağımlılığı, antisosyal kişilik bozukluğu gibi psikiyatrik tanıların olduğunu belirten çalışmalar bulunmaktadır.

İntiharda risk faktörleri araştırıldığında yalnız yaşama, boşanmış olma, sosyal desteğin düşük olması gibi faktörler saptanmıştır.

 

İntihar riskinin yüksek olabileceğini gösteren durumlar şöyledir:

  • Depresyonda olan bir hastada ağır bunaltı, umutsuzluk, çaresizlik, suçluluk duygularının olması,
  • Daha önce başarısız olan intihar girişimlerinin olması,
  • Hastanın ölmek isteğini belirtmesi,
  • Alkol bağımlılarında iş yitimi, aileden ayrılma ve yalnızlık durumları,
  • Şizofreniklerde intihar riskini belirleyen etkenler açık değildir.
  • Postpsikotik depresyon riski yükseltebilir.

Caner TANRIVERDİ

Kasım 28, 2023
Kasım 28, 2023

 

PANİK BOZUKLUĞU

Nedensiz yere aniden ortaya çıkan dehşet, korku, panik ve telaş hisleri ile nöbet şeklinde yoğun bir sıkıntıya neden olan psikiyatrik hastalıktır. Panik Bozukluk; beklenmedik panik atakların yaşanması ve panik atakların tekrar etme endişesi ile seyreden, atakların sonuçlarına ilişkin kötü yorumların bulunduğu bir hastalık şeklinde tanımlanmaktadır. Panik Atak; aniden başlayan ve hızla şiddetlenen, çoğu zaman şiddetli bir tehlike hissi veya sonunun geldiği düşüncesinin eşlik ettiği belli bir başlangıcı ve sonu olan yoğun bir korku veya sıkıntı nöbetidir. Belirtiler genelde 10 dakika gibi bir sürede yoğunlaşarak doruk noktasına ulaşır, sonra da yavaş yavaş düşer. Atakların süresi, şiddeti, sıklığı kişiden kişiye göre de değişmektedir. Belirtileri genellikle göğüs ağrısı, göğüste sıkışma, kalp çarpıntısı, terleme, nefes darlığı, boğulur gibi olma, nefesin kesilmesi, uyuşma/karıncalanma, ateş basması, karın ağrısı, bulantı, kendini ya da çevresindekileri değişmiş ya da tuhaf hissetme, kontrolü yitirme/delirme korkusu, ölüm korkusu şeklinde görülebilir.

 

AGORAFOBİ NEDİR?

Hastaların çoğu, atakların geleceği yer ve durumlardan kaçınmaya başlarlar. Yalnız başına evde kalamaz, sokağa yalnız çıkamaz, taşıt araçlarına, asansöre binemez, dar sokak ya da köprülerden geçemez, pazar yeri, büyük mağazalar gibi kalabalık yerlere ya hiç giremez olurlar ya da ancak yanlarında birisi ile yoğun bir endişe ve rahatsızlık  duyarak  bu tür yerlere gidebilirler. Hastaların, yalnız başlarına Panik Atağı geleceğini zannettikleri yerlere gidememe, o tür yerlerde kalamama durumlarına Agorafobi adı verilir.

 

Panik Bozuklukta etkililiği kanıtlanmış iki tedavi yöntemi, İlaç Tedavisi ve Bilişsel Davranışçı Terapi yöntemidir. Ancak ilaç tedavisi panik atağın belirtilerini yatıştırıp rahatlama sağlasa da kişinin atak geçirme korkusudur. vücudundan gelen duyumları abartma eğilimi devam ederse ilaç tedavisi sonlandığında hastalığın tekrar etme riski vardır.

BDT ile öncelikle panik atakların nasıl ortaya çıktığı ve nasıl yaşandığı ile ilgili detaylı bilgi alınır. Sonra danışana panik atağın döngüsü açıklanarak öğretilir. Ardından nefes ve gevşeme egzersizleri ile kaygı yönetme stratejileri öğretilir. Son olarak beden duyumlarının daha sağlıklı biçimde yorumlanması için düşünce değişikliği çalışmaları yapılır. Panik atakların tekrarına ilişkin yaşanan kaygının ve güvenlik arama davranışlarının hastalığın sürmesine sebep olduğu danışana fark edilir.

Geçirme kaygısından ve kaçınmalarından kurtulmak ve kaygıyı daha işlevsel biçimde ele alarak yönetebilmek mümkün hale gelir. Bu sayede atakların sayısı ve şiddeti gittikçe azalır ve kaybolur.

Kasım 27, 2023
Kasım 27, 2023

OBSESİF-KOMPULSİF BOZUKLUK (OKB)

OKB, takıntılı düşüncelerle ve bu düşüncelerin neden olduğu zorlantılı davranışlarla  tanımlanan ruhsal bir hastalıktır. Günlük yaşam işlevselliğini kısıtlayabilen okb, iş ve sosyal yaşamda önemli problemlere yol açabilir ve yaşam kalitesini düşürür.

Obsesyonlar, bireyin zihninden uzaklaştıramadığı düşünce, fikir ve dürtülerdir. Kişinin isteği dışında gelişir, sıkıntıya, huzursuzluğa, kaygıya neden olur ve kişi tarafından mantık dışı olarak değerlendirilir.

Kompulsiyonlar, takıntılı düşüncelerin neden olduğu yoğun sıkıntıyı ve huzursuzluğu azaltmak ya da ortadan kaldırmak için gerçekleştirilen yineleyici davranışsal ve zihinsel eylemlerdir.

 

Bu şekilde gerçekleştirilen düşünce ve davranışların okb olarak tanılanması için günlük işlevleri etkileyecek ve kısıtlayacak kadar yoğun olması gerekmektedir.

OKB’nin belirtileri arasında; sürekli elleri yıkamak, kapı kilidini tekrar tekrar kontrol etmek, işleri belirli sayıda yapmak, rahatsız edici kelimelere veya düşüncelere takılı kalmak, belirli kelimeleri, cümleleri veya duaları tekrarlamak gibi birçok takıntılı düşünce ve davranış obsesif kompulsif bozukluk belirtilerindendir.

 

En sık görülen obsesyonlar ve kompulsiyonlar nelerdir?

 

Obsesyonlar ve kompulsiyonlar kişiden kişiye değişmekle birlikte, tüm dünyada en çok görülen şu şekilde:

Bulaşma obsesyonu ve temizlik kompulsiyonu

Kuşku obsesyonu ve kontrol kompulsiyonu

Cinsel içerikli obsesyonlar

Dini içerikli obsesyonlar

Simetri/düzen obsesyonları ve kompulsiyonları

Dokunma kompulsiyonları

Sayma kompulsiyonları

Biriktirme ve saklama kompulsiyonları

 

Okb tedavi edilebilinen bir hastalıktır. Obsesif kompulsif bozukluğun tedavisinde ilaç kullanımı ve bilişsel davranışçı psikoterapinin en etkili yöntemler olduğu kanıtlanmıştır. Hastaya kaygı veren ve kaygı oluşturduğu için kaçma, kaçınma davranışlarına neden olan düşüncelerle.  Yani obsesyonlarla karşı karşıya getirmek. Bu karşılaştırmanın oluşturduğu kaygıyı azaltmak için ortaya çıkan tekrarlayıcı davranışları, yani kompulsiyonları engellenebilinir. Bilişsel süreçte ise tehdit, tehlikenin ne oranda gerçekçi olduğu. Hangi düşünce hataları sonucunda abartılı tehdit, tehlike algılarının ortaya çıkar. Bu düşünce hatalarının yerine daha gerçekçi ve işlevsel düşüncelere bırakmasını sağlamaktadır.

Kasım 27, 2023

DEPRESYON

Yaygın psikolojik hastalıkların başında gelen depresyon; bireylerin duygularını, düşüncelerini ve davranışlarını olumsuz etkileyen yaygın ve ciddi bir hastalık olarak tanımlanır. Bunun yanında depresyonun yaygın olduğu kadar tedavi edilebilirliği de oldukça yüksektir. Depresyon, üzüntü duyulan olaylara veya zevk alınan etkinliklere karşı hissiyatsız kalma durumu olarak da tanımlanır. Çeşitli duygusal ve fiziksel sorunlara yol açma olasılığı yüksektir, ayrıca bireylerin işte veya evde çalışma yeteneklerini azaltabilir.

 

Çeşitli belirtiler günün büyük bir kısmında görülür. Bu belirtiler süreç boyunca her gün tekrarlayabilir ve depresyon tanısının konulabilmesi için bu belirtilerin aralıksız olarak en az iki hafta devam etmesi gerekir.

Üzüntü, sebepsiz ağlama, umutsuzluk duyguları,

Değersizlik, suçluluk duygusu, geçmiş başarısızlıklarda kendini suçlama,

Düşünme, konsantre olma, karar verme ve bir şeyleri hatırlamada sorunlar,

En küçük konularda bile öfke patlamaları, sinirlilik hissi veya hayal kırıklığı,

Hobiler, spor veya cinsellik gibi normal aktivitelerin çoğuna veya tümüne karşı ilgi veya zevk kaybı,

İştahta azalma ve kilo kaybı ya da artan yeme isteği ve kontrolsüz kilo alımı,

Kaygı, ajitasyon veya huzursuzluk,

Sebebi belirsiz fiziksel problemler,

Sık veya tekrarlayan ölüm ve intihar düşünceleri veya intihar girişimleri,

Uykusuzluk veya çok fazla uyumak da dahil olmak üzere uyku bozuklukları,

Yorgunluk ve enerji eksikliği, en ufak işlerin bile çaba gerektirmesi.

 

Depresyon tedavisinde ilaçlar ve psikoterapi birlikte uygulanır ve tedavilerin başarılı olma ihtimali yüksektir. Özellikle bilişsel davranışçı terapi, depresyon tedavisi için oldukça etkili bir psikoterapi yöntemidir. Psikoterapist, depresyona sebep olan etkenleri inceler ve bu etkenlerin üzerinde durarak hastanın düşünce yapısını değiştirmeye ve daha pozitif düşünceler yerleştirmeye odaklanarak iyileşme sağmaya çalışır.

Depresyon tedavisinde; sağlıklı beslenme, uyku düzeni ve yaşam tarzı da oldukça önemlidir. Vücuttaki fiziksel aktiviteler düzenlenmeden depresyon rahatsızlığının tedavi edilebilmesi çok da mümkün değildir.

 

Depresyon Türleri Nelerdir?

Atipik depresyon: Bu depresyon türünde ruh hali genellikle olumlu yaşam olayları karşısında geçici düzelmeler gösterir. Bu duruma iştahta ve uykuda artış eşlik eder. Halsizlik bilhassa belirgindir.

Ajite depresyon: Kişinin ileri düzeyde huzursuz, aşırı hareketli ve kaygılı olduğu bu durumda hasta ile iletişim kurulması zor olur. Daha çok, ileri yaştaki kişilerde ortaya çıkar.

Melankolik depresyon: Ağır bir depresyon hali olup, kişinin keder hali olumlu olaylar karşısında değişmez. Uykusuzluk, iştahsızlık, kilo kaybı, hareket ve düşüncelerde yavaşlama söz konusudur.

Psikotik depresyon: Ağır depresyon durumlarında hasta işlevselliğini tamamen kaybetmiştir. Beslenme ve öz bakım ileri düzeyde bozulmuştur. Buna hezeyan (yanlış ve değiştirilemeyen inanış) ve halüsinasyonların (algı bozukluğu) eşlik ettiği durum psikotik depresyon adını alır. Kişi, örneğin önemli ve çaresi olmayan bir hastalığı olduğuna, iflas ettiğine, çok önemli bir suç işlediğine inanmaktadır.

Doğum sonrası depresyon: Lohusalık döneminde sıklıkla tetikleyici psişik bir neden olmaksızın başlayan ciddi bir depresyon türüdür. Kişi yaşadığı çaresizlik duygusu nedeni ile bebeğin bakımını üstlenemediği gibi, daha ağır türünde hem kendisine hem de bebeğine zarar verir.

Mevsimsel depresyon: Genellikle gençlerde görülen bir durum olup, tekrarlayan depresyon dönemleri genellikle hep aynı mevsimde özellikle de kış aylarında ortaya çıkar.

 

Caner TANRIVERDİ

Ekim 31, 2023

Psikolojik şiddete maruz kalıyor olabilir misiniz?

Genellikle güvenilen kişi tarafından ortaya konulan ve sonucunda doğrudan görülen
fiziksel bir yaraya sebep olmaması nedeniyle fark edilmesi oldukça güç olan şiddet türü
psikolojik (duygusal) şiddettir.
Duygusal şiddete maruz kalan bir bireyin şiddete maruz kaldığı bireyle iletişiminde
yoğunlukla suçluluk, aşağılanma, değersizlik, yetersizlik duygularını hissettiği ve
kendine olan güvenini zamanla kaybettiği yorumu yapılabilir.
Psikolojik (duygusal) şiddete maruz kalma sürecinde kişinin yaşamına dair karar alma,
uygulama ve sürdürme yetisi zayıflar.

Psikolojik şiddete maruz kaldığınızı nasıl anlayabilirsiniz?

İletişimde olduğunuz kişi (partner, ebeveyn, arkadaş…);
• sizi sürekli kontrol etmeye çalışıyor ve size sürekli çocukmuşsunuz gibi
davranıyorsa,
• davranışlarınız nedeniyle size aşağılanmış hissettiriyorsa,
• herhangi bir davranışından rahatsız olduğunuzu dile getirdiğinizde sizi “aşırı
hassas” olmakla suçluyorsa,
• herhangi bir şey yapmak ya da bir yere gitmek için ondan izin almanız gerektiğini
ifade ediyorsa,
• sizin sınırlarınızı ihlal ediyorsa,
• isteklerinizi görmezden geliyorsa,
• empati ve şefkatten uzaksa,
• yanlışlarınız ve başarısızlıklarınızı ön plana çıkarıyorsa,
• kendi yaşamındaki sorunların sorumluluğunu size yüklüyorsa,
• topluluk içerisinde utanmanıza neden olacak sözler sarf ediyor ve eylemlerde
bulunuyorsa
psikolojik (duygusal) şiddete maruz kalıyor olabilirsiniz.
Psikolojik şiddet nelere mal olabilir?
Psikolojik şiddetin sonucu olarak bireyin yaşam kalitesi düşer. İş ve özel yaşamında
kendini verimsiz hissederek kendinde açık arar hale gelir. Yaşamdan aldığı doyum
azalmakla birlikte, sosyal hayatının yok denecek kadar zayıfladığı yorumu yapılabilir.

Psikolojik şiddetin sonuçlarına baktığımızda aşağıda görüldüğü şekilde kategorileştirip örneklendirebiliriz:

• Fiziksel: Sindirim bozuklukları, kas ağrısı, uyku bozuklukları, baş ağrısı…
• Psikolojik: Düşük benlik saygısı, stres, kaygı bozuklukları…
• Sosyal: Sosyal çevreden izolasyon/ yalnızlaşma, akademik performansın
düşmesi…
• Davranışsal: Sigara/ Alkol/ Madde kullanımı, iştah artması/ azalması, öz
bakımın zayıflaması…
“Psikolojik şiddete maruz bırakan kişiden uzaklaşmakta zorluk
çekiyorum!”
Özellikle uzun süredir psikolojik şiddete maruz kalan birey kendisinde bir şeylerin
yanlış olduğu düşüncesiyle psikolojik şiddeti fark etmeden yaşamının normal bir parçası
haline getirmiştir.
Psikolojik şiddete maruz bıraktığını karşıdaki kişiye iletmek hiçbir fayda etmemekle
kalmayıp bireye daha da çaresiz hissettirecektir. Bu açıdan bireyin kendi benliğini
tekrardan koruma altına almak, sınırlarını çizmek ve oluşturduğu yeni sınırları korumak
adına bir uzmandan destek almasısüreci sağlıklı yönetmesi açısından yardımcı olacaktır.

Psk. Dan. Gözdenur Tetik

Ekim 31, 2023

ÇOCUKLARA SAVAŞI ANLATMALI MIYIZ?

Maalesef ki şahit olduğumuz savaş haberleri giderek artıyor. Savaş ciddi yıkıcı sonuçlarının uzun yıllar boyunca gözlemlendiği bir kitlesel travmadır aslında. Dünyada herhangi bir ülkede gerçekleşen savaş öncelikle o ülkeyi de içeren bir alandan başlayıp komşulara yayılarak ve hiçbir coğrafi bağlantısı olmayan ülkeleri de kapsayan genişlikte olumsuz etkilere neden olur. Ayrıca savaş ve savaş görüntülerine maruz kalmak en tipik Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) etkenidir. Psikolojik açıdan savaştan büyük-küçük herkes olumsuz yönde etkilenirken; çocuklar hem büyüme/gelişme çağında oldukları, hem de sürekli ilgi ihtiyacı ve kendilerini savunamayacak yaşta oldukları için yetişkinlere göre daha fazla ve farklı şekilde zarar görürler. Ayrıca anne babasının sürekli endişelendiğini gören çocuklarda aynı kaygıyı yaşarlar.

 

Savaş bizden uzakta olsa bile çocuklar bu olan bitenin farkındalar ve bize hissettirmeseler de korkuyor olabilirler. Bu nedenle çocuklar için bilinmezlik ve cevapsız bırakılan sorular çok ürkütücüdür. Onlarla savaş hakkında konuşmak gerekiyor. Çünkü çocukluk döneminde en çok ihtiyaç duyulan şey, duygularını bir yetişkine rahatça ifade etmek ve birinin onlarla ilgileneceğini bilmektir. Konuyu onların farkındalığından uzak tutarak korumak, ebeveynlere kendilerini daha iyi hissettirse de gerçekleri çocuklardan gizlemek doğru değildir. Çünkü siz gizleseniz bile çocukların haberleri sizden almamaları, başka yerden bilgi almadıkları anlamına gelmiyor. Ayrıca sosyal medya ya da televizyonlar aracılığıyla savaş görüntülerine maruz kalmak çocuklarda ciddi kaygılara neden olurken, kendisi ve ailesi içinde korku geliştirebilirler.  Çocuk eğer savaş görüntülerine çok sık maruz kalmışsa ve kaygı geliştirmeye başlamışsa sözleriyle, davranışlarıyla bunu ortaya koyar. Uyku ve yeme düzeninde bozulmalar yaşanabilir. Yalnız kalmaktan korkma, ölümle ilgili sorular, sevdiklerini kaybetme korkusu, odaklanma sorunları ile bu konuda sıkıntı yaşadığına dair bize ipuçları verecektir.

 

Peki ne yapılmalıdır?

 

Bu süreçle ilgili çocuklarla konuşurken kullanılan dil çok önemli. Savaş hakkında yapılacak konuşmanın basit ve anlaşılır olması gerekir. Anne-babanın çok fazla bilgi veya çok fazla ayrıntı vermekten kaçınması, bunun yerine çocuğun düşüncelerine veya duygularına odaklanması gerekir. Çocuğunuza nasıl hissettiğini, ne duyduğunu ve ne düşündüğünü sorun. Açıklamalarını dikkatle dinleyin. Çocuğunuzu endişeleri hakkında konuşmaya davet etmek iyi bir fikirdir. Gelişim seviyelerine bağlı olarak, kendi duygularınızı paylaşabilirsiniz. ‘Bir anne olarak bazen bende  korkabilirim’ gibi cümlelerle bu duygularının doğal olduğunu ve endişeli olsak bile iyi olduğunuzu modelleyebilirsiniz. Bazen ifade edemediği duygularla ilgili resim veya oyun oynamak gibi bilinçaltını ortaya çıkaran sanatsal yollarda deneyebilirsiniz. Çocuklarınızla yapacağınız konuşmalar yaşlarına uygun bir dille olmalı, savaşı normalleştirmekten kaçınırken, onlara güvende olduklarını hatırlatmayı unutmayın.  Ancak çocuğunuz savaş konusu olduğunda bununla ilgili soruları yoksa veya ilgilenmiyorlarsa yoksa bu da bir sorun değil.

 

 

 

PSİKOLOG HAZAL SANSÜR

 

Eylül 15, 2023

Nomofobi olduğumuzu nasıl anlarız? 

Merhabalar!

Bu ay, teknoloji çağının hastalığı olan ‘Nomofobi’ üzerine konuşacağız. Nomofobi, cep telefonu yoluyla iletişimden kopmaktan aşırı korkmaktır. Teknolojinin gelişmesiyle beraber cep telefonları hayatımızın vazgeçilmezi haline geldi. Öyle ki telefonunu kaybetme düşüncesi birçok kişi için oldukça korkutucudur. Cep telefonu kullanımı ile birlikte beyin de dopamin salınımı artar ve dopamin salınımı artması ile birlikte kişiler, telefona karşı bağımlılık geliştirebilirler. Nomofobi olan kişiler telefonları ile sürekli iletişim ağlarının engellenmesi üzerine korku, kaygı ve düşünceleri olduğundan dolayı günlük yaşantılarına odaklanmakta zorlanırlar. Dolayısıyla bu kişilerin akademik ve iş yaşantında birçok başarısızlıklar gözlemleyebiliriz. Telefonla iletişim için fazla zaman harcamak, telefonun şarjının bitmesinden endişelenmek ve bitmemesi için önlemler almak, cihaz kullanımının yasak olduğu ya da şebeke sorunu yaşanılan ortamlardan kaçınma, telefonla birlikte uyumak ve sürekli telefon ekranını açık tutmak nomofobinin belirtilerindendir. Günde ortalama 2617 kez telefonlarımıza bakıyoruz ve maalesef bu sayı, telefon bağımlısı olanlarda ise çok daha yüksek. Yapılan araştırmalar, telefon kullanıcılarının yaklaşık %53’ü ‘telefonunu kaybetme, kapsama alanı dışında kalma’ gibi durumlarda huzursuz olmaya eğilimli oldukları görülmüştür.

Peki ya siz, nomofobik olabilir misiniz?

Şimdi aşağıdaki soruları dikkatlice okuyun. Her soruya 1’den (kesinlikle katılmıyorum) 7’ye kadar (kesinlikle katılıyorum) rakamlarla cevap verin. Toplam puanınız sizin nomofobi tipinizi göstermektedir.

 

-Sosyal medyayı güncel olarak kontrol etmezsem, rahatsız olurum. (  )

-Telefonumdan herhangi bir bilgiye ulaşamazsam rahatsız hissederim. (  )

-Haberlere telefonumdan ulaşamamak beni rahatsız eder. (  )

-Telefonumun özelliklerini istediğim zaman kullanamamak beni rahatsız eder. (  )

-Telefonum çekmediğinde sürekli olarak sinyal olup olmadığını kontrol ederim. (  )

-Telefonumun şarjının bitmesinden korkarım. (  )

-Paketim bittiğinde veya kotayı aştığımda paniğe kapılırım. (  )

-Telefonumu kullanamadığım yerdeler de mahsur kalmaktan korkarım. (  )

-Telefonuma bir süre bakamadıysam, bakmak için güçlü istek hissederim. (  )

 

Eğer telefonum ile beraber değilsem;

 

-Ailemle veya arkadaşlarımla iletişim halinde olamadığım için endişelenirim. (  )

-Ailemle veya arkadaşlarım bana ulaşamayacakları için endişelenirim. (  )

-Ailemle veya arkadaşlarımla hemen iletişim kuramayacağım için kaygı duyarım. (  )

-Birinin bana ulaşmaya çalışıp çalışmadığını bilemediğim için gerilirim. (  )

-Ailemle veya arkadaşlarımla olan bağlantım kesileceği için kendimi huzursuz hissederim. (  )

-Çevrimiçi kimliğimden kopacağım için gergin olurum. (  )

-Sosyal medyada güncel kalamadığım için rahatsızlık duyarım. (  )

-Telefonum her an elimin altında olmazsa canım sıkılır. (  )

-Gelen aramaları ve mesajları alamayacağım için kendimi huzursuz hissederim. (  )

-Elektronik postaları kontrol edemediğim için kendimi huzursuz hissederim. (  )

-Telefonum yanımda olmadığında ne yapacağımı bilmemek bana garip gelir. (  )

 

Şimdi puanlarınızı toplayın!

 

20 puan: Nomofobik değilsin.

21-60 Puan: Hafif nomofobiksin. Telefonundan uzak kalmak seni çok fazla tedirgin etmiyor.

61-100 Puan: Orta düzeyde nomofobiksin. Telefonunu sürekli kontrol ediyorsun. Telefonundan ayrılırsan tedirgin oluyorsun. Telefonla arana biraz mesafe koy!

101-120 Puan: Şiddetli nomofobiksin. Sürekli telefonunu kontrol ediyorsun. Bu davranışa dönüşmüş durumda. Sabah ilk aktiviten telefonuna bakmak oluyor. Uzman yardımı alman gerekiyor.

 

 

Peki ne yapılabilir?

Öncelikle kişinin bunu bir sorun olarak kabul etmesi ve bu durumla ilgili bir farkındalık geliştirmesi gerekir. Telefonlar önemlidir ama asla gerçek ilişkilerin yerini tutmaz. Kişinin hayatındaki hangi boşluğu kapatmak için telefon kullandığını ve ona bağımlı olduğunu anlaması, o konuda hayatını değiştirip dönüştürmesi ya da yenilemesi için bir fırsat olabilir. Ancak kişilerin yaşamlarının işlevselliği bozulduğunda destek almaları gerekir. Kişiler kendisini hazır hissettiklerinde psikoterapi sürecine başlamalılardır. Genellikle Bilişsel-Davranışcı Terapi yöntemi uygulanır. Terapinin amacı kişilerin telefonda kurdukları iletişimlerinin kesilmelerine yönelik korkularını ve kaygılarını oluşturan düşüncelerini değiştirilmesidir. Telefonların zararlı kullanımı ve internette aktif olamama durumuna duyulan endişe en çok 15-24 yaş aralığında görülmektedir. Bu nedenle, ailelerinde dikkat etmesi gerekir.

 

‘Teknoloji detoksu’ yapın!

Nomofobiden kurtulmak için uygulanabilecek basit yöntemlerde vardır. Telefonu evde bırakmak, bir süre kullanmamak günün ilk saatlerinde zor gelebilir. Ancak bunun bir konfor olduğunu da fark ederseniz. Ara sıra ‘teknoloji detoksu’ yapmak iyi bir çözüm olabilir. Böylece insanların duygularını anlayabilir ya da ne hissettiğinizi fark edebilirsiniz. Gökyüzünün nasıl oluğunu gözlemleyin. Bu basit yöntemlerle, bir çiçeğin ya da çimenin rengini fark edersiniz. Teknoloji size değil, siz ona hükmedin ve hiç olmazsa ara sıra hayatınızdan teknolojiyi çıkarın.

 

Psikolog Hazal Sansür

Eylül 15, 2023

ROMANTİK İLİŞKİLERDE EN ÇOK HANGİ TARAF ETKİLENİYOR?

Merhabalar!

Bu ay romantik ilişkiler bittiğinde en çok hangi cinsiyet etkileniyor ona bakacağız. Bizler sosyal varlıklarız. Bu nedenle  en temel ihtiyacımız sevilmek ve bir gruba ait olmaktır. Duygular insanı insan yapan şeylerin başında gelir. Bu duyguların en tutkulusu ise aşktır. Aşk üzerine sayısız kitap, film, müzik gibi eserler yapılmıştır. Sevdiğimiz insanı görünce kalbiniz çok fazla çarpmaya, eliniz ayağınız birbirine dolanmaya başlar. Ancak her süreç gibi aşkında evreleri vardır. Aşık olmak bireyde hormonsal değişiklilere sebep olur. Aşkın ilk evresinin ‘ben aşık oldum’ denilen evre, ikinci evrenin ‘tutkulu bir aşkın yaşandığı dönem’ ve üçüncü evrenin de ‘arkadaşça aşk dönemi’dir. Bu evrelerden bir önceki sayılarda bahsetmiştik. Bazı ilişkiler aşk evrelerini tamamlayamaz ve ayrılıkla sonuçlanır. Bu ayrılık her iki tarafı da farklı etkilemektedir.

Bu konuda Kanada’da yürütülen bir çalışmada, ayrılık durumunda deneyimlenen duyguların yoğunluğunda cinsiyetler arası farklılıklar gözlemlemiştir. Araştırmanın amacı, ayrılıklardan sonra iki cinsiyet üzerindeki etkilerin gözlemlenmesidir. 1000’den fazla kadın ve erkek katılımcıyla çalışılmıştır. Araştırma sonucunda, ilişkiden çıkan erkeklerin kadınlara göre kaygı, depresyon ve intihar geliştirme riskinin daha yüksek olduğunu gözlemlenmiştir. Erkekler kadınlardan daha fazla ayrılık acısı çekiyor ve ayrılık deneyiminin olumsuz etkilerini kadınlara göre çok daha uzun sürede atlatabiliyorlar. Araştırmacılara göre, erkeklerin ayrılık deneyiminden duygusal olarak daha fazla etkilenmelerinin nedeni ayrılık sonrasında kişiliklerinin ve öz-saygılarının zedelendiğini düşünmeleri olmuştur.

Toplumdaki genel kanı kadınların ayrılık deneyimi karşısında duygusal olarak daha hassas ve kırılgan olduğu yönündeyken, yapılan çalışma aslında erkek bireylerin ayrılık deneyimi karşısında daha kırılgan ve hassas olduklarını gösteriyor bize. Evlilik sonrası boşanmalarda, ayrılığın erkeklerde intihar riski dört katına çıkardığı görülmüştür. Ayrıca deneyde bulunan erkeklerin ilişkilerinde bir çatışmayla karşılaştıklarında sorunları küçümseme eğilimindeydiler ve bu da ilişkinin daha da kırılmasına neden oluyordu. Evli erkeklerin, bekar erkeklere göre daha iyi zihinsel sağlığa sahip olduğu görülmüştür. Evli erkeklerin ruhsal açıdan daha iyi olmanın sebebi arasında; daha az yalnızlık, daha düşük alkol ve madde kullanımı, depresyon ve intihara karşı artan korumadır.

Özetle, birçok erkeğin yakın partner ilişkileri içinde ilgilenilmeyi beklediğini ve ayrılık yaşandığında ise erkeklik onurunun kaybolmasına yol açarak akıl hastalığında bozulma ve intihar riskinin artması kadınlara oranla daha fazladır.

Psikolog Hazal Sansür

Ağustos 18, 2023

ÇOCUK & ERGENLER İÇİN SAĞLIKLI DİJİTAL DÜNYA

Teknoloji, her yaştan insan için oldukça cezbedici bir alandır. Özellikle yeni çağın çocukları teknolojiyle kuşatılmış bir dünyaya doğduklarından ebeveynler tarafından teknoloji kullanımının sınırlarını çizebilmek güç olabilmektedir. İçerisinde pek çok risk barındıran bu dünyada çocukların güvende olmasını sağlayacak bilgi ve becerilerle donatılması önemlidir.

 

Teknoloji bağımlılığı nedir?

Teknoloji ve internetin bilinçli olmayan, kontrolsüz ve farkındalık düzeyi düşük bir şekilde kullanımına bağlı olarak ortaya çıkan davranışsal bağımlılıklar; oyun oynama bozukluğu, kumar oynama bozukluğu, sosyal medyanın ve akıllı telefonun aşırı kullanımı gibi bağımlılık yapıcı alt davranışlarla kendini gösteren bağımlılık türü olarak ifade edilebilir.

 

Dijital Dünyada Çocuklar İçin Temel 3 Risk!

  • İçerik Riskleri

Çocukların internette pornografik ve şiddet unsuru içeren videolarla/ resimlerle, sağlıksız ve tehlikeli davranışları savunan web siteleri ile karşılaşmasını içerir.

 

  • İletişim Riskleri

Çocukların yetişkinlerle fiziksel, duygusal, cinsel ve ekonomik istismarına yol açacak risk faktörlerini içerir.

 

  • Davranış Riskleri

Çocukların diğer çocuklar hakkında nefret uyandıran içerikler üretmesi, yayımlaması veya dağıtmasını içerir.

 

Çocuğunuz için ne yapmalı & ne yapmamalısınız?

  • Teknolojik aletleri çocukları teselli etmek, boş zamanlarını değerlendirmek ve susturmak için kullanmayın.
  • Yemek ve çay saatlerinde bilgisayar başındaki çocuğa servis yapmak yerine size katılması için onu teşvik edin.
  • Çocuğunuzu eleştirmek ve suçlamak yerine onun yaşadığı duyguları anlamlandırmak için çaba gösterin.
  • Çocuğunuza internet kullanımının olumsuz süreçleri hakkında çok fazla mesaj vermeye çalışmanız bu mesajları onun için önemsiz kılacağından az ve sizin için en önemli mesajı verin.
  • Çocuğunuzun bilgisayar kullanımını kontrol edin ve sanal ortamdaki arkadaşlarını tanıyın.
  • Haftalık çizelgeler oluşturarak çizelgeye uygun teknolojik alet kullanım planı oluşturun.
  • Çocuklarınızı arkadaşları ile doğal yollardan görüşmeleri için yönlendirin, akran grupları içerisinde sosyalleşmesini sağlayın.
  • Çocuklarınızı yetenek ve ilgi alanlarına uygun spor dallarına yönlendirin.
  • Onunla birlikte vakit geçirmenin sizin için değerli olduğunu çocuğunuza hissettirerek beraber keyif alabileceğiniz aktiviteler planlayın.

Uzun süreli teknolojik alet kullanımını yönetmekte zorluk yaşadığınızı düşündüğünüzde bir uzmandan destek almanın sizin ve çocuğunuz için süreci daha sağlıklı kılacağını unutmayın.

 

Gözdenur Tetik

Ağustos 18, 2023

Çocuğunuzun Cinsel Eğitiminde Nelere Dikkat Etmelisiniz?

 

Cinsellik eğitimi doğuştan itibaren kurulan iletişimle başlar. Bu açıdan doğru anatomik kelimelerin (vulva, penis, meme…) kullanımı ve özel bölgelerin (iç çamaşırının kapladığı yerler, memeler ve ağız) ifade edilmesi için herhangi bir yaş erken sayılmaz.

Gelişim dönemlerine göre çocuğunuzun merakı ve sorduğu sorular genişleyecektir. Sorularına doğru ve onu tatmin edici yanıtlar vermek, merak ettiği konu üzerine düşünmeniz ve araştırmanız gerektiğine inanıyorsanız bilmediğinizi ve öğrenince hemen onunla paylaşmak için sabırsızlandığınızı ifade etmek içten bir yaklaşım olacaktır.

 

Gelişim dönemlerine uygun olarak cinsel eğitim

0-2 Yaş: Bebek, bu gelişim döneminde dünyayı dokunarak algıladığından temas onun için çok anlamlıdır. Elleriyle, ayaklarıyla oynadığı kadar cinsel organıyla oynaması da doğaldır.

Ebeveynlerin/ Bakım verenin anatomik isimleri (vulva, penis, meme, testis…) söylemesi hem doğru kelimelerin kullanılması hem de bu kelimeleri kullanmada ebeveynin/ bakım verenin pratik yapması açısından sağlıklı olacaktır.

 

2- 5 Yaş: Bu gelişim döneminde çocuk, kendi bedenine olduğu kadar diğerlerinin de bedenine meraklıdır. Kız ve erkek vücudunun farklı olduğunu ayırt etmesiyle karşı cins ebeveyninin vücudunu merak edebilir.

Ebeveynlerin/ Bakım verenin özel bölgelerden (iç çamaşırının kapladığı yerler, memeler ve ağız) bahsetmesi, bu bölgelerin neden özel olduğunu çocuğa açıklaması yararlı olacaktır. Çocuğun kendisine başkaları önünde dokunması durumunda ona kızmadan, sakin ve olumlu bir yaklaşımla bunun özel bölgelerle (iç çamaşırının kapladığı yerler, memeler ve ağız) ilgili bir davranış olması dolayısıyla özel alanında yapabileceği açıklanabilir.

 

5- 7 Yaş: Okul döneminin başlamasıyla çocukların merakının arttığı bir dönemdir.

Bu yaş gurubundaki çocuklara özel bölgelere (iç çamaşırının kapladığı yerler, memeler ve ağız) dokunmanın kendi kendilerine yapabilecekleri bir davranış olduğu ve bu bölgelere dokunmak isteyen kişilere (sağlık ve hijyen dolayısıyla doktor, ebeveyn veya bakım veren kişi dışında) her zaman hayır demeleri gerektiği ifade edilmelidir.

 

7- 9 Yaş: Daha çok hemcinsleriyle oynadığı bu dönemde çocuklar, kız ve erkek olmanın sosyal kurallarını öğrenirler.

Özel alan sınırlarını çizme ve sosyal olarak desteklenme ihtiyacının arttığı bir dönem olduğundan ebeveynler/ bakım veren tarafından çocuğun desteklenmesi, çocuğun kendi ve aynı zamanda başkalarının bedenine/ özel bölgelerine (iç çamaşırının kapladığı yerler, memeler ve ağız) saygı konusunda uyarılması oldukça önemlidir.

 

Psikolojik Danışman Gözdenur Tetik

İn yazılım web site tasarımı seo paketleri
Karşıyaka Psikolog manisa psikolog Salihli Psikolog Bodrum Wolf Yetkili Servisi